Tuesday, February 26, 2008

Zeytinyağı sektörünün en önemli sorunlarından biri: Tağşiş!
















Zeytinyağı sektörünün en önemli sorunlarından biri:
Tağşiş!


M.Hakkı Yazıcımhyazici@gmail.com


Hatırlayacaksınız Zeytindostu Derneği, “Türkiye’de zeytin ve zeytinyağının en önemli sorunu nedir?” konulu bir anket düzenlemişti. Zeytindostu grubuna üye yaklaşık 3 bin kişinin oy kullandığı bu anketin sonuçlarına göre;

- Zeytin ve zeytinyağı sektörünün en önemli sorunu olarak tanıtım ve pazarlama eksikliği ön plana çıkmış; ankete katılanların yüzde 34’ü sektördeki tanıtım ve pazarlama eksikliğini en önemli sorun olarak görmüştü;
-İkinci sırayı yüzde 28,3’lük payla kalitesiz üretim, denetim eksikliği ve tağşiş almıştı;
-Ankette üçüncü sırada yer alan sorun ise 20,5 ile hükümet politikaları olmuş;
-Zeytin ve zeytinyağındaki üretimi yetersiz bulanların oranı yüzde 8,3’de kalmıştı;
-Sektörde finansman sorunu olduğunu düşünenler yüzde 4,5 ile 5. sırada yer almıştı;
-Ankete katılanların yüzde 4,4 ise sektördeki sorunların diğer nedenlerden kaynaklandığını ifade etmişti.

Evet, tağşiş, zeytinyağı gibi değerli bir malın hem üreticilerinin, hem de tüketicilerinin kabusu.

Hikayeye göre, zeytinci bir önceki sezonda zeytinyağını sattığı tüccara telefon açmış. Selam sabah, hatır gönül faslından sonra konuşurken tüccar, “Bu sene sizin kasabadan yağ almayacağım,” demiş. Şaşıran zeytinci “Ama niye?” diye sorduğunda, “Geçen sene sizin kasabadan aldığım yağların bir kısmı tağşişli çıktı,” cevabını almış.
Sanki başından kaynar sular dökülmüş. Fırlayıp zeytincilerin toplaştığı kasabanın kahvesinde almış soluğu. Hışımla içeri girmiş.
“Kim ulan bizim kasabadan tağşişli yağ satan?!”
Ağzına kadar dolu kahvehanede çıt yok; sinek uçsa duyulacak.
Uzun süren bir sessizlikten sonra, arka sıralardan ufak tefek bir köylü “Benim,” demiş.
Gözü dönmüş zeytinci, adamcağızın üzerine çullanmış, bir güzel dövmüş. Sonra geldiği gibi hışımla çıkıp, gitmiş.

Dayağı yiyip perişan halde yere serilen köylü, kendine geldikten sonra muzip muzip gülerek “Kandırdım onu,” demiş.

Şakanın dozunu kaçırıp yok yere dayak yiyen köylünün tağşişli mal satmadığına sevinmek mi lazım? Herhalde dayak yediği için üzülmek, tağşişli mal satmak gibi onursuz bir iş yapmadığı için de sevinmek gerekiyor.


Tağşiş sadece ticari değil, aynı zamanda insan sağlığıyla ilgili ağır bir suç

Tağşiş, adına kandırmaca, hile, dalavere, düzenbazlık ne derseniz deyin çok kötü bir şey…

Bir şeyin içine başka bir madde karıştırmakla, katıştırmayı anlatan, Arapçadan dilimize geçen, söylenmesi zor bu sözcüğü hileli yollara başvuranların sayısı arttıkça daha fazla duyuyoruz. Yasada böyle yazılageldiğinden halen kullanımda olan bir sözcük. İngilizce'deki karşılığı ise Adulteration.

Tağşiş, ne yazık ki en fazla gıda üretiminde görülen bir hile şekli. Süte su; bala glikoz; sığır etine tavuk, hindi, koyun eti; kaliteli una kalitesiz un; meyve suyuna başka sıvılar katmak, karıştırmak en yaygın başvurulan tağşiş yöntemlerinden…

Sadece ticari bir suç olmanın da ötesinde insan sağlığı ile oynandığı için bir başka insanlık suçudur da.

Hele zeytinyağı gibi değerli, fiyatı yüksek bir üründe tağşiş olayına daha sıkça raslıyoruz. Güzellik başa bela…Diğer bitkisel yağlara göre fiyatı daha yüksek olan zeytinyağına pamuk yağı, ayçiçek yağı, fındık yağı gibi ucuz yağlar sıkça karıştırılıyor.

Zeytinyağındaki yaygın tağşiş yöntemleri

Zeytinyağına "daha ucuz olan" başka yağların karıştırılması, yani teknik deyimiyle tağşiş, yeni bir şey değil; ama her gün farklı bir örneğine rasladığımız bu yola başvuranların sayısı azalacağına artıyor. Gerçi “hile ile iş gören mihnet ile can verir”, fakat alışmış kudurmuştan beter; tağşişin, tağşişçilerin önünü kesmek zor ve çaba gerektiriyor.

Dediğimiz gibi, zeytinyağında tağşiş yapılmasının ana nedeni, karıştırılan diğer yağların ucuz olması…Ucuz olmasının yanısıra bu değersiz yağların bolca bulunabilmesi…

Bu iki şartı da yerine getiren ve tağşiş malzemesi olarak en fazla kullanılan bitkisel yağlar, pamuk, ayçiçek, fındık, mısır, soya, kolza tohumu, kanola yağı ve rafinajlık zeytinyağıdır.

Ülkemizde ayçiçek yağı kullanımı çok yaygın olduğundan kolayca tanınmakta; pamuk yağı ise daha az bilinmekte. Pamuk yağı, kırmızımsı renginin zeytinyağının koyu sarı rengine uyumluluğuyla tağşiş için avantajlı olurken, ayçiçek yağının dezavantajı açık sarı olan rengidir. Bu nedenle de pamuk yağı tağşişçinin gözdesidir.
Pamuk yağıyla tağşişde, ortalama olarak 80-90 kg pamuk yağına 10-20 kg zeytinyağı karıştırılır. Özellikle kötü ve yüksek asitli zeytinyağları bu şekilde pazarlamak mümkün hale gelir. Ayçiçek yağıyla yapılan tağşişte ise, tersine zeytinyağı miktarı daha fazladır. Zira ayçiçek yağı, neredeyse renksiz olarak üretilmekte olup, zeytinyağının rengini fazlasıyla açmaktadır. Çok açık renkli zeytinyağı ise tüketici tarafından kolayca fark olunacağından pek tercih edilmemektedir.

Zeytinyağında tağşiş sadece başka bitkisel yağların karıştırılması ile değil, kaliteli düşük asitli zeytinyağlarına, yüksek asitli kalitesiz zeytinyağlarının, rafinajlık yağların karıştırılması ile ve hatta başka bölgelerin zeytinyağlarının karıştırılmasıyla da yapılmaktadır.

Yani zeytinyağında üç tür tağşişden bahsedebiliriz. İlki zeytinyağının daha ucuz bitkisel yağlarla karıştırılması; ikincisi kaliteli sızma zeytinyağlarına düşük kaliteli rafinajlık zeytinyağlarının karıştırılması; üçüncüsü ise değerli zeytinyağlarına diğer bölgelerden ya da ülkelerden temin edilen kalitesiz zeytinyağlarının karıştırılmasıyla yapılanı.

Tabii bütün bunlar, hileli ürünleri kaliteli ürünmüş gibi etiketleyip, daha yüksek fiyata satmak uğruna yapılmakta.

Tağşiş evrensel bir sorun

ABD’nin itibarlı dergilerinden New Yorker’da, 13 Ağustos 2007 tarihinde, Tom Mueller imzasıyla yayımlanan “İtalya’dan Bir Mektup- Yağlı İş: Sahte Zeytinyağı Ticareti” başlıklı bir yazı Türkiye’nin de karıştığı dudak uçurtan bir tağşiş olayını anlatıyordu.

10 Ağustos 1991 günü, Mazal II adlı paslı bir tanker, Türkiye’de Ordu ilinin sanayi limanına yanaşmış ve ambarına iki bin iki yüz ton fındık yağı pompalamıştı. Ardından gemi, Akdeniz ve Kuzey denizinden geçerek dolambaçlı bir sefere çıkmıştı. Mazal II’nin İtalya’nın güneyinde yer alan Puglia’daki bir liman olan Barletta’ya vardığı tarih olan 21 Eylüle kadar, yükü, geminin resmi belgelerine göre Yunan zeytinyağı haline gelmişti. Yük, muhtemelen bir memurun göz yumması sonucu, gümrükten kolayca geçmiş, tankerlere yüklenmiş ve Barletto’da kurulu bir İtalyan zeytinyağı imalatçısı olan Riolio rafinerisine teslim edilmişti. Orada, bazen gerçek zeytinyağıyla karıştırılarak, Riolio müşterilerine satılmıştı.

1991 yılının Ağustos ve Kasım ayları arasında, Mazal II, Katerina T. adlı bir başka tankerle birlikte, Riolio’ya, hepsi Yunan zeytinyağı olarak tanımlanan, hemen hemen on bin ton Türk fındık yağı ve Arjantin ayçiçeği yağı teslimatı yaptı. Riolio’nun sahibi Domenico Ribatti, Bari’deki eski bir süpermarket de dahil önemli gayrimenkullerini bir araya getirerek, sahte yağdan zengin oldu.

Ancak sonunda bu tüyler ürpertici uluslararası tağşiş olayının mimarı Ribatti yakayı ele verdi.

Müfettişler ayrıca Ribatti’nin sahte yağının nereye gittiğini de ortaya çıkardı: bu yağları tüketicilere zeytinyağı olarak satan ve zeytinyağı sektörünü desteklemek için verilen yaklaşık oniki milyon dolar AB sübvansiyonu alan ve aralarında Nestlé, Unilever, Bertolli ve Oleifici Fasanesi’nin de bulunduğu İtalya’nın en büyük zeytinyağı imalatçılarından birkaçı. Ancak bu şirketler, Ribatti tarafından dolandırıldıklarını iddia ettiler ve savcılar bu şirketlerin suça iştirakini kanıtlayamadı.

Soruşturmayı yürüten müfettişlerden biri, bu işten elde edilen gelirin adeta kokain ticaretinden elde edilen gelirle yarışacak tutarda olduğunu söyledi. Hem de kokain ticareti kadar risk taşımamasına rağmen…

Türkiye dışından bir başka çarpıcı örnek de zeytin ve zeytinyağının dünyadaki açık ara şampiyonu İspanya’dan.

1980’li yıllarda İspanya’da anilinli kolza tohumu yağıyla karıştırılmış zeytinyağından 400 kişi ölmüş, 20 bin kişi de hastalanmıştı.

Uluslararası düzeyde tağşiş tabii ki bu örneklerle sınırlı değil. Tağşiş, hem çok yaygın, hem de çok eski bir tarihe dayanmakta. Galen, yüksek kaliteli zeytinyağını domuz yağı gibi daha ucuz maddelerle karıştıran namussuz yağ tüccarlarından bahseder. Apicius, ucuz bir İspanyol yağını, kıyılmış otlar ve kökler kullanarak İstria’da değerli bir yağa dönüştüren reçeteler verir.

Avrupa Birliği ülkelerinde belki de bizden daha fazla başvurulan tağşiş sahteciliğine karşı uzun, ciddi ve halen de devam eden bir mücadele verilmiştir. Laboratuar analizlerinin bir çok yabancı madde karıştırma eylemini açığa çıkartmakta yetersiz olduğunun farkedildiği AB üyesi üretici ülkelerde, her zeytinyağı sınıfı için katı tat ve aroma gereklilikleri belirlenmiş, tanımlanmış ve bunları yürürlüğe sokmak için Uluslararası Zeytinyağı Konseyi tarafından onaylanan test heyetleri kurulmuştur. AB düzenlemelerine göre, natürel sızma zeytinyağı, fark edilebilir bir burukluk, acılık ve meyvemsilik seviyesine sahip olmalıdır. Kusurlu sayılan tat ve koku unsurlarını barındırmamalıdır. Bizde bir tane bile yokken zeytinyağı üreticisi AB ülkelerinde resmi statüsü bulunan, akredite olmuş onlarca Zeytinyağı Tadım Paneli Grubu bulunmaktadır.

Hem üreticiyi, hem de tüketiciyi tağşişden korumak

Tüketici kendisini tağşişli zeytinyağından nasıl koruyabilir?

Tağşişli ürünü tüketicinin anlaması kolay değil. İç tüketimin içler acısı bir seviyede olduğu, zeytinyağı kültürünün istenilen ölçüde gelişmediği ülkemizde tabii ki kaliteli zeytinyağının alıcı tarafından ayırt edilmesini beklemek hayal olur.

Hemen aklıma gelen bir soruyu paylaşmak istiyorum. Biz, hemen her fırsatta zeytinyağı iç tüketimimizin kişi başına yıllık ancak 1 kg. olduğundan bahisle, diğer üretici ülkelere göre çok az olmasından yakınıyoruz. Bu rakamı, ağaç varlığımızdan, o seneki rekolteden, ihracata giden miktar verilerinden hareketle tahmin ederek buluyoruz. Peki, zavallı halkımızın halis zeytinyağı zannederek tükettiği tağşişli yağ miktarı ne kadardır? Bence çok fazladır… İnsanlarımız, mesela önemli bir kısmı ithal olan ayçiçek yağını zeytinyağı sanarak tüketiyor ki, vah vah !

Aptal yerine konulduğumuza mı, ekonomik zararımıza mı, döviz kaybına mı, sağlığımızı yitirdiğimize mi, yoksa zeytinyağı gibi doğa harikası bir lezzetten mahrum kaldığımıza mı yanalım?

Herkes zeytinyağı tadım uzmanı olamayacağına, her eve kimyasal analiz laboratuarı kurulamayacağına göre ne yapılmalı?

Tağşişle mücadelenin en önemli yolu sıkı denetim... Kamu denetimleri artırılarak etkin hale getirilmelidir. Meydanı tağşişçilere bırakmamak lazım. Sahipsiz eve it buyruk…

Zeytinyağındaki tağşiş sorunu konusunda İzmir Ticaret Borsası'nın etkin çalışmaları var. Bu konuda Tarım İl Müdürlüklerinin de denetimlere ağırlık vermesi lazım. Daha fazla ihtisas laboratuarlarının kurulması gerekiyor.

Ayrıca tüketicinin zeytinyağı konusunda bilgilendirilmesi önemli.

Halkın bilinçlenmesi tağşişi önleyecek en etkin yöntemlerden. Kaliteli yağı tüketicinin tanıması, damak zevkinin gelişmesi, zeytinyağı kültürünün yaygınlaşması gerekli. Alıcı, güvenilir bildik yerlerden temin edeceği, mutlaka markalı, ambalajlı ürünü tercih etmeli; ucuzluğuna aldanıp özellikleri, menşei belli olmayan ürünlere itibar etmemeli.

Özellikle tatilciler, emin olmadıkça, tanımadıkları kişilerden yol kenarlarında satılan “beyaz teneke” tabir edilen markası, menşei belli olmayan yağları almamalılar. Açıkta, plastik ambalaj içinde zeytinyağı satın alınmamalı. Yoksa işin içinde zeytinyağı almaya heveslenip, enayi yerine konularak ayçiçek yağı, pamuk yağı alıp kazık yemek de var.

Yani özetle zeytinyağı kültürünün yaygınlaştırılması, tüketicinin bilgilendirilmesi, aydınlatılması önemli. “Tan yeri ağarınca hırsızın gözü kararır.”

Ve tabii ki sektörün kendi iç kontrolu da önemli. Kurunun yanında yaşın da yanmaması için bu konuda hassas olunmalı. Malum, “haramzade pazar bozar, helalzade pazar yapar.“- Ki Zeytindostu Grubu, geçen sene market zincirlerinin raflarındaki bazı şüpheli yağların analizini yaptırararak örnek bir davranışta bulunmuştur.

Büyük bir alışveriş zincirinin kendi markalarıyla, yine “ünlü” bir yağ üreticisi firmaya yaptırıp sattığı ambalajlı riviera zeytinyağlarının içinde "prina yağı" çıktığı haberi hafızalarımızdaki yerini hala muhafaza ediyor. Hatırlarsanız ürünün gıda kodeksine uygun olmadığını belgeleyen laboratuar raporuyla birlikte bu dev grup Tarım Bakanlığı'na şikayet edilmişti. Keşke yeterli denetimler olsa ve şu tağşiş işini yapan firmalar birer birer açıklansa.

Zeytinyağı Tadımcılarının eğitilmesi, Tadım Panelleri oluşturulması ciddiye alınmalı. Coğrafi İşaretleme Tescili çabaları yaygınlaşmalı. Markalı, ambalajlı, kaliteli ürün satışı özendirilmelidir.

Tağşiş sorununa bir çözüm bulunamadığı sürece zeytinyağı sektörünün başı çok ağrıyacak. Ama bu sorunla mücadele edilip, olumlu noktaya yaklaşıldıkça da pek çok sorunumuz hallonulacak.
Mesela markalı, ambalajlı, kaliteli ürün satma çabası içinde olanların bu emekleri değerini bulacak… Takdir edin ki az bir şey değil.



Wednesday, February 20, 2008

Etiketin Önemi







Etiketin Önemi

M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@yahoo.com



Etiket Ürünümüzün Yüzüdür!

Nasıl ki yüzümüz ilk karşılaştığımız, bizi hiç tanımayan insanlara kişiliğimiz hakkında ilk ipuçlarını verirse ürettiğimiz ürünün kalitesi hakkında da üzerindeki etiket tüketiciye ilk izlenimi verir.

Etiket ürünümüzün yüzüdür.

Artık öyle bir çağda yaşıyoruz ki, “Benim malım kalitelidir, bilen bilir,… alan alır,” devri çoktan aşıldı. Ürünümüzün etiketi, kalitesi, markası, ambalajı kadar önemli…

Market raflarında sıralanmış benzer ürünlerden birini seçmek durumunda olduğumuzda, gözümüz kaçınılmaz olarak ambalajı ve dolayısıyla etiketi "en göz alıcı, en albenili" olana kayar. Yani tüketici, ürünün içeriğinden önce etiketine bakar.

Tüketiciye ulaşmak serüveninde örneğin bir market rafında veya bir dükkanın vitrininde özene bezene ürettiğimiz malımız, yine özene bezene tasarladığımız ambalajı ve albenili etiketi ile yüz metreden “al beni, al beni,… pişman olmazsın !” diye haykırmalı.

Bizim malımızın etiketi en güzel, en baştan çıkarıcı etiket olmalı…

Etiket Pazarlamanın Yarısıdır


Dünyadaki yerimizi bilmek açısından rakamlarla örnek vermek gerekirse; tüketilen kişi başına etiket, Amerika Birleşik Devletleri’nde 10 metrekare, Avrupa’da 8 metrekare iken bu miktar Türkiye’de 1 metrekaredir. Böyle olunca pazarlama bacağımız da kısa kalıyor. Güzel etiketler yapmıyoruz ve tüketmiyoruz,.. marka yaratamıyoruz,..ve malımızı ambalajlı satamıyoruz. Kime kızmamız gerekiyor? Kolayına kaçıp yine Fransa’ya, İtalya’ya mı, yoksa kendimize mi?

Pazarlama uzmanlarının önemli bir çoğunluğu, etiketin pazarlamadaki yerini vurgulamak için konuyu "etiket pazarlamanın yarısıdır" saptamasına kadar vardırmaktadırlar. Etiketin pazarlamanın yarısı olduğunun ne kadar doğru olduğu konusu bir tarafa, ürünün satışında çok önemli yeri olduğu inkar edilemez bir gerçek. Daha da ileri gidip, bunu yine pazarlama uzmanlarının "21. yüzyıl üretme değil, pazarlama çağıdır" şeklindeki deyişleriyle birleştirdiğimizde, ortaya etiketin dünya para akışında çok önemli bir paya sahip olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Bir başka deyişle, "Etiket satışı, satış etiketi" tetikliyor.

Etiket bir markayı, onun pazarlamasını ne şekilde etkiliyor?

Etiket, bir ürünün kimliğinin, markasının ayrılmaz bir parçası. Öyle ki, etiket çoğu zaman markanın kendisi dahi olabiliyor.

Etiket Sanayicileri Derneği Başkanı Aydın Okay'ın deyişiyle, "Etiket bir kadının makyajına benziyor. Ne kadar güzel olursa o kadar itibar kazanır."

Kötü etiket öldürür!

Etiket üreticilerine göre, bugün öyle bir noktaya gelindi ki, dünyanın en iyi markasını bile kötü bir etiketle, raflarda tozlanmaya mahkum etmek mümkün. Dernek Başkanı Okay'ın bu konuda verdiği bir örnek de fazla söze yer bırakmıyor.

"Geçtiğimiz yıllarda bir tavuk markasının raflarda bayatladığı görüldü. Daha doğrusu, tüketici ürünü alış-veriş sepetine atıyor ve kasaya kadar geliyordu. Ama kasaya geldiğinde, önündeki müşterinin sepetindeki markayı görüyor ve kendisininkini kasada bırakıp, o önündeki müşterininkinden alıyordu. Kasaya bırakılanlarda tekrar yerine konuluncaya kadar burada bekliyordu. Tabii, soğutucudan çıktığı için bu ürünler kısa bir sürede bozuluyordu. Bir süre sonra o markanın raftaki ürünlerinin çoğunun bozuk olduğu dikkat çekti. Nedeni araştırıldı. Tüketicinin o tavuğun etiketinden 'hazzetmediği', alternatifini görünce de hemen değiştirildiği ortaya çıktı. Bunun üzerine etiket değişikliğine gidildi."

Peki etiketi markanın ayrılmaz bir parçası yapan ne? Aydın Okay bu konuda bir şampuan örneğini veriyor:"Bir şampuanı, içeriği ve marka reklamları dışında, sunacak olan tek bir şey var, o da ambalajı, yani şişesi ve o şişenin üzerindeki etikettir. Marka, o etiketin üzerinde konumlanmıştır. O konumlanma şekli, şişenin veya ambalajın neresine denk düştüğü, etiketin üzerindeki tanıtım yazıları ve diğerleri… Hepsi markanın bir parçasıdır ve markanın zihinlerde yerleşmesine hizmet eder. Ürün rafa konduğunda, şişesinin üzerinde bulunan etiket o markayı gösterir veya saklar!" (Aydın OKAY-MarketingTürkiye Dergisi-!5 Eylül 2003-Sayfa 30-31)

Fatih Cenikli, TARİŞ’teki şişelerin ve etiketlerin tasarımını yapan Can Erçin’in “Tariş kalkışması” diye nitelendirdiği ambalaj yenileme serüveninin başlangıcını şöyle anlatıyor:

“Bir akşam İzmir'in Kordonboyu'ndaki ünlü balık restoranı Deniz'de yemek yerken, zeytinyağı istedim. TARİŞ dışında bir markanın zeytinyağını getirdiler. Ben de şefe, 'TARİŞ zeytinyağı kullanmıyor musunuz?' diye sordum. Şef; 'Efendim içindeki zaten TARİŞ zeytinyağı. Ama ambalajı kötü olduğu için müşteriye farklı bir markanın şişesiyle sunuyoruz' dedi. İşte bu yanıt, bizim ambalaj atağımızın temelini oluşturdu. Zeytinyağının tarihteki serüveni 6 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Çıkış noktası da Anadolu. Biz de ambalajlarımızı hazırlarken bu 6 bin yıllık kültürü göz önünde bulundurduk. Zeytinyağlara Ege'nin tarihinden, mitolojisinden esinlenerek isimler verdik. Geçmişten miras aldığımız isimleri etiketlerimize taşıdık.” (Karadelikten Doğdu ,Füsun Karasinir – İzmir, 28 Temmuz 2003, Akşam Gazetesi )

Bir Zeytinyağı Etiketinde Hangi Bilgiler Okunmalı?

Etiketimizin sadece estetik yanına değil, içerdiği bilgilere de özen göstermeliyiz.

Bir ülkede standartlar belirlenmemiş ise her önüne gelen malının etiketine kafasına estiği gibi bir şeyler yazıp tüketicinin kafasını karıştırır. Sızma Zeytinyağı, Erken Hasat Köy Sızması, Halis Sızma Zeytinyağı, v.s.

Öncelik daha ciddi standartlara sahip olmak ve bu standartlara uymaya zorunluluk olmalıdır. Bunu da dışarıdan, global dünyanın ilahlarından beklemeden ya da yine taklit etmeden kendimiz yapmalıyız.

Günlük kazançlar peşinde olmayıp, kalıcı olmak, marka olmak, global pazarda hak ettiğimiz yeri almak istiyorsak öncelikle doğru bilgileri tüketiciye aktarmalıyız.

Bir zeytinyağı etiketinde neler olmalıdır?

Etiketimiz ürünümüzün nüfus cüzdanı gibi olmalıdır. Şişelerinin, tenekelerinin üzerine yapıştırdığımız etiketlerde, zeytinyağını elde ettiğimiz zeytinlerin yöresini, iklim özelliklerini, hasat yılını, cinsini, yetişme koşullarını, asit değerlerini, yağ çıkarma yöntemlerini içeren bilgilere yer vermeliyiz.

Sözün özeti : Dünyanın en kaliteli, en nefis zeytinyağlarını üreten zeytinyağcılarımızın ürünleri dünya pazarında hak ettiği yeri almalı. Bunun için de etiketin önemini kavramalıyız.

Madem ki Zeytinyağı yemek sanatının kralıdır, biz de onu krallara layık giydirmeliyiz.



Zeytinyağı Etiketlerinin Koleksiyoncusu : Mark Wickens

Zeytinyağı Etiketlerinin Koleksiyoncusu : Mark Wickens

M.Hakkı Yazıcı

İnsanların koleksiyon merakları sınır tanımıyor. Aklınıza ne gelirse toplayan koleksiyoncular var. Olanaklarına ve meraklarına göre; parfüm, mürekkep şişesi, içki şişesi etiketleri, kibrit kutuları gibi pek çok şey toplayan, biriktiren koleksiyoncuları biliyoruz.
Bu, zahmetli ve yoğun uğraş gerektiren bir merak. Bazen de çok para harcamayı gerektiriyor. Ama zamanla bir bakıyorsunuz öğünebileceğiniz muhteşem bir hazine yaratmışsınız.İyi ki böyleleri var ve bir tarihi sonraki kuşaklara taşıyorlar.Mark Wickens da böyle koleksiyonculardan biri; zeytinyağı şişesi etiketleri toplayan birkaç kişiden biri.Zeytinyağı etiketleri, diğer benzer ürünlerde olduğu gibi, pazarlanan şeyin ne kadar değerli olduğunun herkesçe bilinmesiyle yetinmeden; mala albeni kazandırmak için başvurulan, estetik bir şişe, ürünü anlatan akılda kalıcı bir marka kadar satışını arttırmaya katkıda bulunan bir araç.
Wickens, pek farkında olunmasa da bazı zeytinyağı etiketlerinin çok önemli güzel sanat ürünleri olduğunu düşünüyor.Mark Wickens’ın zeytinyağı etiketi koleksiyonunda şu anda 1.700 civarında farklı etiket var. Bunların % 99’u hiç kullanılmamış, orijinal etiket. Elindeki en eski etiketse 1860’lı yıllara ait. Bu etiket IV. Napolyon dönemine ait. En eski İtalyan zeytinyağı şişesi etiketi ise 1899 yılına ait; ancak İtalyan üreticilerin bundan daha önceki dönemde de etiket kullandıklarını sanıyor. Ne yazık ki bunları henüz eline geçirememiş. Bulamadığı eski İspanyol ve Portekiz etiketlerinin de varlığından haberdar.Koleksiyon, bir çok kereler Kanada’da, Avrupa’da sergilenmiş, 1998’de Oxford Üniversitesi’nde slayt gösterisi yapılmış. Bir çok radyo ve televizyon programında, basında konu edilmiş.Koleksiyon hakkında daha fazla bilgi edinmek, koleksiyonundaki etiketleri görmek için http://pages.infinit.net/wickens/labels sitesini ziyaret etmeniz yeterli.Son zamanlarda koleksiyonuna katılan, özellikle İtalyanların malum yaratıcı dizayn anlayışları ile ürettiği etiketlere hayran. Fransız, İspanyol, Faslı, Tunuslu, Cezayirli, Portekizli ve Amerikalı üreticilerin de çok güzel etiketlerinin olduğunu ifade ediyor.Bu koleksiyonda ne yazık ki dünyanın en önemli zeytinyağı üretici ülkeleri arasında yer alan ülkemize ait ancak bir iki etiket var.
Bu acı gerçek malum yaramıza parmak basmıyor mu? Türkiye, ürününe sahip çıkmıyor; marka yaratamıyor, ambalajlı ürün satamıyor. Ürünün albenisine, sunuşuna yeterince emek vermiyor; dolayısıyla da böyle bir koleksiyonda yer alacak çok fazla etiketi yok. Olanlarda Wickens’e ulaştırılmamış.

Wickens’le çokça yazıştık; Türk zeytinyağı imalatçılarının ilgisizliğinden yakındı.
Wickens, bu uğraşının tamamlanmadığı kanaatinde ve eline henüz ulaşmayan etiketlerin koleksiyonuna katılması için bizden de yardım bekliyor.e-posta adresi : mawickens@yahoo.com

Sunday, February 17, 2008

Zeytinyağında Ambalaj



Zeytinyağında Ambalaj

M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@gmail.com



İzdivaç söz konusu olduğunda söylenilen çok beylik bir söz vardır: “Evleneceğin kişinin yüzü değil, ruhu güzel olsun.”

Be kardeşim hem ruhu, hem de yüzü güzel olsa fena mı olur!?..

Lafı sektörümüze uyarlarsak zeytinyağımızın, ambalajı da kalitesi kadar iyi olsa kötü mü olur?

Z & Z Dergisinde “Etiketin Önemi” başlığı altında yayımlanan bir başka yazımı “Madem ki Zeytinyağı yemek sanatının kralıdır, biz de onu krallara layık giydirmeliyiz,” diye bitirmiştim.

Kuşkusuz giyimin, kuşamın çok önemi var. Nasrettin Hoca’nın bildik hikayesini unutmayalım. Hani konuk olarak çağrıldığı ziyafette fazla itibar görmeyince kızıp, bir koşu eve gidip kürkünü giyip gelmiş, bu defa saygıyla karşılayıp baş köşeye oturtmuşlar. İtibarın arttığını görünce Hoca daha da kızıp “demek ki itibar bana değil kürke” diyerek kürkünün eteğini yemeğe bandırıp “ye kürküm ye!” demiş.

Artık günümüzde ambalajın tüketiciye mesaj verecek marka kavramının ayrılmaz ve önemli bir parçası olduğu bilinci giderek yerleşmektedir.

İnsanoğlunun ilk giydiklerini hatırlayalım, bir de bugünkü giyim anlayışımızı. Aynı şekilde zeytinyağımızı eski çağlarda olduğu gibi toprak küplerde, amforalarda saklayıp sunmuyoruz.

İnsanların yerleşik yaşama geçmesi ile birlikte o günün koşullarına göre biçimlendirilmiş ilk ambalaj örneklerine, arkeolojik kazılarda elde edilen bulgularda bolca rastlamaktayız.

Yaşadığımız topraklarda en az 8 bin yıllık serüveninin olduğunu bildiğimiz, insan yaşamındaki önemi her geçen gün biraz daha anlaşılan zeytinyağını eski çağlarda olduğu gibi “pithoi” diye adlandırılan iki metrelik dev toprak küplerde, amforalarda saklayıp, taşıma zamanı çok gerilerde kaldı.

Aktarlar, bakkallar, marketlerin yerini supermarket, hipermarket zincirleri aldı. Ticaretin, pazarlamanın yeni çağdaş usullerini yaşar, uygular olduk.

Doğuş Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü Araştırma Görevlisi Ardan Ergüven şöyle diyor:

“Süpermarketlerde onlarcasını bir arada gördüğümüz zeytinyağları çeşitlerinin ambalajlarında kullanılan malzemeler, görüntüler ve tasarım stilleri, tüketim tercihimizi etkileyen faktörlerden belki de en önemlileri. Ürün ambalaj kimliğinin yaratımında ilk olarak ürün çeşidinin ve karakterinin tanımlanması gerekmektedir…

Şüphesiz ambalaj bir ürünün kimliği hakkında söz sahibi olan konuların başında gelmektedir. Ambalajın birincil görevi “koruma” ve bilgilendirme olsa da yakın dönemlerde ortaya çıkan farklılaştırma kaygılarıyla birlikte ambalaj ürünün “asıl kimliğini” oluşturur hale gelmiştir. Uluslararası pazarlar söz konusu olduğunda geçmişi nedeniyle Akdeniz kimliğine sahip zeytinyağının üretiminde ve ambalaj tasarımlarında verilecek kararlar, oldukça “planlı” ve “titiz” olmalıdır. Ülkemizde çoğu zaman ürün kalitesini ana hedef olarak belirleyen üreticilerin büyük bir bölümü aynı hassasiyeti ambalaj tasarımı konusunda gösterememektedirler…

Zeytinyağında kalitenin korunabilmesi, marka kimliği ve ambalaj ile artı değer yaratabilmesi için düşük hacımlı bir üretim modeli uluslararası pazarda olumlu sonuçlar yaratabilir. “Gourmet” olarak tanımlanan pek çok ürün söz konusu üretim ve pazarlama modelini benimsemiş ve markalaşma konusunda uluslararası başarılar elde etmiştir…Yüksek üretim kaliteleri ve lezzetleri ile gourmet kategorisi içinde değerlendirilen ürünlerin önemli özelliklerinden biri de ambalaj tasarımlarında yaratılan farklılıklardır. Bu sınıflandırma içinde yer alacak bir ürünün ambalajında kullanılan malzemenin seçimi, formunun özgünlüğü ve grafik tasarım unsurlarının ürün estetiğine katkısı oldukça hassas konulardır. Ürün çeşidi olarak gourmet gıda kategorisine uygun olan sızma zeytinyağlarının, ülkemizde benzer yaklaşımlarla yaratılmış bazı örnekleri var. Bir çok farklı forma sahip şişeler içinde sunulan sızma zeytinyağları, özenle tasarlanmış etketleri ile başarılı çalışmalar olarak kabul ediliyor. Bu örneklerin çoğalması ve dış pazarlarda başarı elde edebilmesi için zeytinyağı üreticileri ve ambalaj tasarımı alanında uzmanlaşmış kişiler veya kurumlar arasında etkin bir iletişimin gerçekleştirilmesi gerekiyor.

(“Zeytinyağı Ambalajlarında Özgün Tasarımın Önemi”, Ardan Ergüven, Doğuş Üniversitesi Grafik Tasarımı Bölümü Araştırma Görevlisi, Ambalaj Bülteni, Mayıs-Haziran 2006 )

Ambalaj Nedir?

Ambalaj, “ürün”ü sarıp sarmalayan, onu koruyan, müşteriye sunan, ikna eden, bilgilendiren, rakiplerinden ayıran araçtır.

Ambalaj, cam, teneke, plastik, karton gibi malzemelerle ürünü korumaktır.

Yumurtanın kabuğu doğal bir ambalajdır, yumurtaları içine koyduğumuz karton violler de ambalajdır… Portakalın kabuğu da…Bir portakal sandığı da ambalajdır, portakalı sardığımız ince kâğıt parçası da…

Fırından aldığımız taze, sıcak ekmeği sardiğımız gazete parçası; pazardan aldığımız inciri koyduğumuz kesekağıdı da…

Bunlar, ürünü korur ve tüketiciye sağlıklı bir biçimde ulaşmasını sağlar.

Ancak ambalajın ürünü taşıma, istifleme ve rafta koruma dışında işlevleri de vardır. İstikrarlı, doğru, estetik tasarlanmış bir ambalajı olmadan ürünümüzün satılamayacağı aşikardır.
Ürünümüzü nasıl bir malzeme ile korumalıyız? Bunun için doğru bir analiz yapmak ve en sağlıklı kararı vermek gerekir.

Raflarda nasıl durur? Koliye istiflediğimizde ne gibi problemler yaratır? Ürünü gerçekten iyi korur mu? Hijyenik mi?
(Ozan IŞIK -Grafik Tasarımcı, Kaynak: www.tasarima.com/ozan.html )

Üzerimizdeki kıyafetler de bir bakıma bizi dış etkenlerden (Hastalık, leke. vb) koruyan ambalajdır. Ama az once değindiğimiz gibi aynı zamanda şık olmalıyız.

Ambalajın İşlevleri

Ambalajın kaç işlevi var?

Bir kere, ilk olarak, ambalajımızın zeytinyağımızı koruyuculuk görevi var.

Seçtiğimiz ambalajın taşıma kolaylığını ve güvenliğini sağlaması gerekir.

Üzerinde yer alacak bilgilerle alıcıyı, tüketiciyi bilgilendirmelidir.

Hiç ihmal edilmemesi gereken başka bir işlevi de ayırtediciliği olmalıdır Yani tasarımıyla, estetiğiyle rakiplerinden farklı olduğunu anlatabilmelidir.

Ambalaj, gelişmiş toplumlarda refah göstergesi


ASD (Ambalaj Sanayicileri Derneği)’nin de üyesi olduğu Dünya Ambalaj Örgütü (WPO) tarafından bir ülkedeki ambalaj sanayisinin gelişmişliğinin o toplumun refah seviyesinin önemli bir göstergesi olduğu öne sürülüyor .

Ambalajlı ürün sayısı ve miktarının artışı, o ülkedeki sınai üretimde niteliksel ve niceliksel bir artışı göstermektedir..

Ekonomik hareket içinde dünya ambalaj üretim değerinin 600 milyar dolar olduğu hesaplanıyor.
WPO’nun verilerine göre; AB ülkeleri ortalamasında kişi başına 170 dolar olan ambalaj tüketiminin, Kuzey Amerika ve Kanada’da 250 dolar, Japonya’da 350 dolar olduğu, ülkemizdeyse halen kişi başına ancak 50-60 dolar seviyelerinde olduğu hesaplanmaktadır.

Yani özet olarak, dünyanın 5. büyük zeytinyağı üreticisi olmamıza rağmen zeytinyağı tüketiminde sadece kişi başına, yıllık yaklaşık 1 Lt. zeytinyağı tüketilen ülkemiz dünyanın neresinde ise ambalaj tüketiminde de oradayız.

Halen bir federasyon gibi çalışmakta olan ve bütün ambalaj dallarını şemsiyesi altına alan 180 üyeli Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD)’nin Genel Sekreteri Doğan Erberk’in sektörle ilgili değerlendirmeleri şöyle:

“Ambalaj’ın temel konuları Türkiye imalat sanayinin temel konularından farklı değil. Ancak güncel olarak gelişme gösteren ve üzerinde bir süre daha yoğun çalışma gösterilmesi gereken temel konular; Ambalaj Atıklarının Yönetimi, Gıda ambalajı üreticilerinin hijyen koşullarına uyum sağlaması, edilgen tasarımlardan aktif ve özgün tasarımlara geçilerek gerek iç piyasada gerekse de küresel piyasalarda daha sağlam ayaklar tutulması. Bu bağlamda akademik ve işletmeler düzeyinde araştırma geliştirmeler yapılması, sektöre özel eğitim olanaklarının muhtelif eğitim seviyelerinde oluşturulması ve mesleki örgütlenmeler ile küresel piyasalardaki dayanışmanın sağlanması, güç birliklerinin tesisi…”

Türkiye Ambalaj Sektöründe Nerede?


Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD) Genel Sekreteri Doğan Erberk’in verdiği bilgiye göre; Türkiye’de ambalaj malzemeleri temel olarak kağıt/karton, plastik, cam, metal ve ahşap ağırlıklı olmak üzere 5 ana gruba ayrılıyor.

ASD’den temin edilen son verilere göre Türkiye’de ambalaj sektöründe;
Genel pazar büyüklüğü, 4,7 milyar ABD doları;
Genel pazar hacmi, 3,8 milyon ton;
İhracat tutarı, yaklaşık 1.4 milyar ABD doları (ambalaj makineleri dahil);
İthalat tutarı, 0.4 milyar ABD doları;
Sektördeki firma sayısı, 2.500 üzeri;
Çalışan kişi sayısı ise 60.000 - 85.000 ‘dir.

Ülkemizde kişi başına tüketim ise 50 kg/yıl civarındadır. Bu da yaklaşık 65 ABD dolarına karşılık gelmektedir.

Kişi başına yıllık ambalaj tüketim miktarının ortalama olarak;
kağıt ambalaj için 0.8 kg
karton ambalaj için 4.3 kg
metal ambalaj için 4.8 kg
ahşap ambalaj için 5.2 kg
cam ambalaj için 7.1 kg
plastik ambalaj için 14 kg
oluklu mukavva için 15 kg olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir.

Uluslararası bir kuruluşun yaptığı araştırmaya göre, 2009 yılında dünyada ambalaj tüketimi 564 milyar ABD dolarına yaklaşacaktır. 2003-2009 yılları arasında dünya genelinde %18 civarında bir gelişme beklenirken bu gelişmede fleksıbıl plastik ile rijit plastik ambalajlarda artışlar beklenmektedir. Türkiye’de de dünyadaki eğilime bağlı olarak, özellikle ambalaj sektöründe hızlı bir büyüme söz konusudur.

Süper marketçiliğin yayılmasıyla, talebe ve gelişime paralel olarak, cam şişe, pet, teneke kutu ve kapak üreticilerinin pazar payları da yükseliyor.

Yalnız yaşayan nüfusun artması ve çeşitlilik isteği tüketiclerin daha küçük ambalajda ürünleri tercih etmelerine neden olmaktadır.

Zeytinyağının Ne Kadarını Ambalajlı Tüketiyoruz?

Her ne kadar bu sene çok daha yüksek bir rakam umuyor olsak da , uzun yıllardır ülkemizde var yıllarında yaklaşık 170 bin ton dolayında olan zeytinyağı üretimi, yok yıllarında ise neredeyse yarı yarıya düşmekte. Bir zeytin ülkesi olmamıza rağmen kişi başına tüketimimiz 1 kg.’dır ve taş çatlasa 70 bin ton zeytinyağı tüketiyoruz. Geri kalanını ya ihrac etmek, satamazsak da stoğumuzu bir sonraki yıla devretmek zorundayız.

Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Başkan Vekili Emin Demirci, Türkiye'nin Zeytin ve Zeytinyağı Üretiminde "Var Yılı-yok Yılı" sorununu çözemediği İçin Ambalajlı Ürün ihracatında zorlandığını söylüyor.Demirci, "2005-06 sezonunda İspanya 824 bin ton, İtalya 655 bin ton, Türkiye ise 115 bin ton üretim yaptı. Bu rakamlarla ambalajlı ve markalı satışlarda zorlanıyoruz. Hiçbir market bir yıl var, bir yıl yok yılı yaşayan ülkelerle anlaşma yapmak istemiyor," diyor.

Yurtiçinde tüketilen zeytinyağının yarısı yöresel ve açık olarak kullanılıyor, diğer yarısı ise ambalajlı satılıyor.

Ambalajlı tüketilen zeytinyağının ise;
% 40’ı 2.5 Lt. ve üstü ambalajlarda,
% 27’si 2 Lt.,
% 26’sı 1 Lt.,
% 6’sı ise 0.5 Lt.,
% 1’i ise 0.75 Lt. lik ambalajlarda pazarlanmaktadır.
(Kaynak : AC Nielsen )

Yılda yaklaşık 100 bin ton zeytinyağı ihraç ediyoruz. Bunun yaklaşık 80 bin tonluk kısmı dökme. Yalnızca 20 bin tonunu markalı veya markasız ambalajla satabiliyoruz.

Ancak ülkemizde yakın zamana kadar yaklaşık 95-100 milyon zeytin ağacı varken, şimdilerde ağaç sayısı 130 milyona ulaştı. Çok yakın bir zamanda ağaç sayımızın 200 milyona ulaşacağını umuyoruz. Üreticilerimiz verime dikkat etmeye başladı; bu nedenle üretim artıyor. Ve bu artış devam edecektir.

Nitekim yurtiçinde de tüketimin artacağını; ihracatımızın da daha yüksek rakamlara ulaşacağını; daha fazla ambalajlı mal satacağımızı umuyoruz.

Bu umutlu tabloda üretimimiz, tüketimimiz, ihracatımız ve bunun yanı sıra ambalajın da önemi artacak diyebiliyoruz.

Zeytinyağını Nasıl Saklamalı?

Ülkemizde ne yazık ki, hasat hataları ve bakım sorunlarından kaynaklanan, “var yılı” ile “yok yılı” arasındaki büyük üretim miktarı farklılıkları nedeniyle zeytinyağının ambalajının koruyuculuk işlevi ve doğru stoklama biçimleri önem kazanmaktadır.

Pazarlama, depolama ve dağıtım faaliyetleri sürecinde zeytinyağımızın kalitesi korunmalı; ürünümüzün fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve duyusal özellikleri olumsuz etkilenmemelidir.

"Zeytinyağının en büyük iki düşmanı oksijen ve ısıdır.

Oksijen, zeytinyağına kokusunu, tadını ve rengini veren, ancak yağda ve suda eriyen maddelerle, insan sağlığına yararları ispatlanmış olan antioksidan maddeleri okside eder. Isı da bu oksidasyonu hızlandırır…Oksijen ve ısıdan başka, kuvvetli ve sürekli ışık da (özellikle güneş ışığı) yağın kalitesini bozar.” (Ünal Irkdaş, 13 Kasım 2006)

Zeytinyağı için uygun ambalaj nasıl olmalıdır?

- Ambalaj, yağı nem, oksijen ve ışık etkisinden korumalı,
- Ambalaj malzemesi yağla etkileşime girmemelidir.

Ambalaj malzemesinin zeytinyağı ile etkileşimi ambalajdan gıdaya kimyasal madde geçişi ya da ambalajın yağın bileşenlerinden bazılarını absorplaması şeklinde olmaktadır. Migrasyon ve absorbsiyon kalite ve gıda güvenliğini etkilemesi bakımından önemlidir. Kalite değişimine neden olan etkenlerin şiddeti, sıcaklık ve saklama süresiyle artmaktadır.

Örneğin zeytinyağında kullanılan cam şişeler nasıl bir ambalaj malzemesidir?

Zeytinyağı ile etkileşimi açısından cam tamamen inerttir; gıda ile etkileşime girmez.

Plastik şişelerin gıda ambalajında kullanılmasında yaşanılan bir sorun plastiğin gıda maddesinin karakteristik bileşenlerinden birini veya birkaçını absorplayarak gıda maddesinin tadında, aromasında ve besin değerinde değişikliğe neden olmasıdır.

Cam şişeleri üstün kılan özellikleri, çevre dostu olması, hammaddelerinin tamamının doğal olması, sonsuz geri kullanımı, sağlıklı olması, içindeki ürünle etkileşime girmemesi, şeffaflığı, yeni trendlere uyum gösteren bir malzeme olması olarak sıralayabiliriz.

Diğer yandan cam ambalajların kırılgan ve ağır olmaları, taşıma zorlukları dezavantaj olarak görülmektedir. Ancak bugünkü teknoloji ile hafif cam üretimi mümkündür. Camın dayanıklılığı ise yüzey kaplama uygulamalarıyla arttırılabilir.

Renksiz cam şişelerin bir diğer handikapı ise bir bakıma şeffaf olmasıyla sağlanan olumlu avantajın, ışık geçirgenliği nedeniyle aynı zamanda dezavantaj olmasıdır.

Ancak yeni yapılan yatırım ve tasarımlarla; etiketsiz görünüm veren şeffaf pressure-sensitive(PS) etiket, şişe gövdesini bütünü ile saran PET bazlı sleeve, buzlu görünüm veren sablaj ve çok renkli baskı uygulamalarıyla ışık geçirgenliğinin önüne geçilebilir. Hem de pazar payını arttırıcı, katma değer yaratıcı, şık, estetik ambalaj tasarımları elde edilebilir.

Biraz önce söylediklerimizi teyit eden bilimsel çalışmalara kısaca göz atalım.
”Zeytinyağının antioksidan yararlarının korunması için hangi koşullarda saklanması uygundur? Zeytinyağını uzun süre şişede bekletenler, istemeden de olsa yağın insan sağlığına yararlı özelliklerini yitirmesine neden olurlar. İtalya’nın güneyindeki Bari Üniversitesi’nden bilim adamları ışığın, zeytinyağının içindeki hastalıklarla mücadele eden antioksidanları yok ettiğini söylüyor. Bu da üreticilerin depolama mahallerini daha dikkatli bir şekilde seçmesi anlamına geliyor. Zeytinyağı zaman içinde antioksidanlarını yitirir, çünkü ışık ve oksijen reaksiyonları bozar. Bari Üniversitesi’ndeki bilim adamları saklama koşullarının zeytinyağının yararlı etkilerini bozduğunu ilk kez bilimsel olarak 12 aylık bir dönemde ortaya çıkartmış oluyor.Bu süreden sonra yağlar, temiz şişelerde, süpermarketlerin aydınlatması altında sergilenmeye başladığı zaman tokoferol ve karotenoid isimli iki önemli antidoksanının yüzde 30’unu yitirir. Bunlar zeytinyağının yararlı olduğu kesinleşen iki antioksidanıdır (European Food Research technology, vol 221, p 92).Işığa iki ay bile maruz kalması, yağın oksidasyona uğramasına ve peroksit düzeyinin yükselmesine yol açar. Bu da zeytinyağının "extra virgin" olarak sınıflandırılmaması anlamına gelir. Renkli cam, ışığın bir kısmını filtre edip, yağa ulaşmasına engel olabilir. Ancak üzeri kaplanmış, reaktif olmayan metal kaplar kalitenin korunması açısından en uygun ambalajdır. ABD, Indiana’daki Purdue Üniversitesi’nden gıda mühendisi Lisa Mauer, "Eğer kalitenin zamanla bozulacağından kaygı duyuyorsanız, küçük ambalajlar içindeki ürünleri tercih edin ve yağınızı karanlıkta saklayın" diyor.

(Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/bilim/4904813.asp?gid=50 )

ZAE (Zeytincilik Araştırma Enstitüsü’nün yaptırmış olduğu iki çalışmada ise şunlar belirtiliyor.

“Araştırmada materyal olarak 3 cins ambalaj kabı ve naturel, riviera, rafine zeytinyağı kullanılmıştır. Şeffaf cam şişe, şeffaf PVC şişe ve teneke kutularda 12 ay müddetle bekletilen zeytinyağların serbest asitliğinin ve peroksit sayılarının genel olarak arttığı tesbit edilmiştir. Denemede kullanılan şeffaf cam şişenin en elverişsiz ambalaj kabı olduğu, teneke kutuların ise üç ayrı cins zeytinyağının peroksit indislerinin üzerine menfi etki yaptığı saptanmıştır. Şeffaf PVC şişeler ise U.V. tutucu Timuvin P maddesi ihtiva etmeleri nedeniyle yağların oksitlenmesi üzerine en az etkili olan ambalaj materyali olarak tesbit edilmiştir. Teneke kutulardaki yağlara kaplardan geçen Fe ve Cu kalıntılarının oksidatif reaksiyonu hızlandırıcı yönde etki yaptığı, üç cins yağ içinden en çabuk bozulanının rafine zeytinyağı olduğu saptanmıştır.”
(“Ülkemizde Kullanılan Çeşitli Ambalaj Kaplarının Zeytinyağının Kalitesine Etkilerinin Araştırılması”, Ayşe Çolakoğlu, ZAE, 1987 )

“Beyaz ve renkli camdan yapılmış kaplarda, plastik, teneke, çimento ve toprak kaplarda tutulan yağlarda yağ kalitesi (asitlik, peroksit sayısı ve spektrofotometrik absorbans), sıcaklık, ışık ve hava ile büyük ölçüde bozulmuştur. En uygun muhafaza, karanlık yerlerde, renkli şişeler ve toprak kaplarda olmuştur.”
(“Çeşitli Muhafaza Kaplarının ve Muhafaza Sürelerinin Zeytinyağı Kalitesine Etkisi” Ayfer Pala, ZAE, 1971) (Kaynak : http://www.zae.gov.tr/zeytinyagi/)

Sonuç olarak ambalaj tercihi yapmak üreticinin kendi seçimi.

Dikkat edilecek hususlar ise;
- Marka kimliğini en güzel şekilde temsil edecek, estetik bir tasarıma sahip olan ambalajla pazar şansını arttırmak,
- Zeytinyağının kalitesini ve özelliklerini uzun sure koruyabilmek,
- Taşıma ve istif kolaylığını, güvenliğini sağlamak,
- Tüketiciyi doğru bilgilendirmek olmalıdır.

Kaynakça :

-Packaging and Re-Packaging Olive Oil, February 23, 2007, www.evolive.com/packaging.html
-Ülkemizde Kullanılan Çeşitli Ambalaj Kaplarının Zeytinyağının Kalitesine Etkilerinin Araştırılması, Ayşe Çolakoğlu, ZAE, 1987 (Kaynak : http://www.zae.gov.tr/zeytinyagi/)
-Çeşitli Muhafaza Kaplarının ve Muhafaza Sürelerinin Zeytinyağı Kalitesine Etkisi, Ayfer Pala, ZAE, 1971 (Kaynak : http://www.zae.gov.tr/zeytinyagi/)
-Zeytinyağını Nasıl Saklamalı? , Hürriyet Bilim, 12 Ağustos 2006
-Ozan IŞIK -Grafik Tasarımcı, Kaynak: www.tasarima.com/ozan.html
-Zeytinyağı Ambalajlarında Özgün Tasarımın Önemi”, Ardan Ergülen, Doğuş Üniversitesi Grafik Tasarımı Bölümü Araştırma Görevlisi, Ambalaj Bülteni, Mayıs-Haziran 2006
-Cam Ambalajın Bitkisel Yağların Kalitesine Etkisi, Prof. Dr.Özgül Evranuz-İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü, Belgin Gökoğlu-Anadolu Cam Sanayii A.Ş. Müşteri Teknik Hizmetleri Bölümü
-Zeytin Yağı Ambalaj Seçimi, Doç Dr. Vural Yiğit-Boğaziçi Üniversitesi, KMO Zeytinyağı ve Pirina Yağı Sempozyumu ve Sergisi, 2005
-Ambalaj Malzemelerinin Zeytinyağı ile Etkileşimi, İsa Doğan Atik-İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Kimya Mühendisliği Bölümü, KMO Zeytinyağı ve Pirina Yağı Sempozyumu ve Sergisi, 2005

Friday, February 15, 2008

Dayak yemekten korktuğum için yüksek sesle dillendirmeye çekindiğim AYKIRI SORULAR


Dayak yemekten korktuğum için yüksek sesle dillendirmeye çekindiğim
AYKIRI SORULAR

M.Hakkı Yazıcı


Sıcak bir yaz günüydü. Zeytinciler kahvesinin henüz yükünü almadığı erken saatlerde oturuyorduk.

Yeğenim, sağına soluna yabancı birileri var mı diye bakınıp, tereddüt içinde, sorsam mı sormasam mı ses tonuyla, “Dayı, seninle bir iki konuyu konuşmak istiyorum,” dedi.

Merakla yüzüne baktım. Kötü bir şey oldu da benimle paylaşmak istiyor herhalde diye düşündüm…Yoksa borç para mı isteyecek ?- Eyvahhh!...

Endişelendim, ama gene de, “Konuşalım,” dedim.

“Nasıl gidiyor işler?”

“Hangi işler?”

Öyle ya, malum memleket meseleleri yaz sıcağını aratır derecede hararetlenmişti. Sonra aile sorunları ve daha bir çok özel konu vardı…Hepsi olabilirdi.

“ Yahu dayıcım, bizim işleri,.. zeytin işlerini soruyorum.“

“İyi…Senin de bildiğin gibi.“

“Bana sanki bir şeyler ters gidiyormuş gibi geliyor.“

“Ne gibi?“

“Zeytinin yükselen bir değer olduğu; zeytinyağının besleyici değerinin, sağlık açısından ne kadar önemli olduğunun bütün tıp otoriteleri tarafından ifade edilmesi; ülke olarak zeytine artık gereken önemi verdiğimiz; fidan desteklerinin de katkısıyla çok yakın zamanda belki de İspanya’yı yakalayacak ağaç varlığına ulaşabileceğimiz falan bunların hepsi tamam da bir şeyler eksikmiş gibi geliyor.“

“Ne mesela?“

“ Mesela, bu yıl ihracatımızda önemli bir düşüş var.“

“Maalesef…Türkiye, zeytin ihracatında rekorlara koşarken, zeytinyağı ihracatındaysa eski günlerimizi mumla arıyoruz. Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği'nin rakamlarına göre, 1 Kasım 2006- 30 Nisan 2007 dönemin zeytinyağı ihracatı bir önceki sezona göre yüzde 34 gerileme gösterirken, aynı dönemde zeytin ihracatı ise yüzde 8'lik artış göstermiş.“

“Geçen seneki fiyatlar bizi yanılttı, aynı fiyatlarla satış yapabiliriz zannettik, ama olmadı.“

“Zeytinyağında dünya fiyatları geçen seneye göre çok düştü. Geçen sezon tonu 4 bin Euro’nun üzerinde olan fiyatlar, bu yıl 2 bin 600 Euro’ya kadar indi; bizim ihracatçımız fiyat tutturmakta zorlanıyor.

“Evet,..Tunus, Suriye, çok düşük fiyatlarla girdiler bu sene piyasaya.“

“Sızma zeytinyağı fiyatları, en büyük üretici ülkelerde de bir önceki yıla göre düşük oldu; İtalya’da % 19, İspanya’da % 17, Yunanistan’da % 18 daha düşük gerçekleşti. Avrupa Birliği'nin kilogramda 3.5 euroya kadar yükselen desteklerinden dolayı İspanyollar, İtalyanlar, düşük fiyattan ürün ihraç edebiliyorlar.“

“Dünyada zeytinyağı piyasasında İspanyollların ve İtalyanların hakimiyeti var.“

“Evet. İspanya, dünyadaki zeytin üretiminin yüzde 55'ini, İtalya yüzde 15'ini, Türkiye ise yüzde 10'unu gerçekleştiriyor. 400 milyona yakın ağaç varlığı ile İspanya, dünya zeytinyağı sektörünün kaderini belirliyor. Yüzde 15 üreten İtalya ise zeytin ticaretinin yüzde 75'ini gerçekleştiriyor. Sektörde İspanya, İtalya, tekel oluşturmuş durumda. Üretimde İspanyollar, pazarlamada İtalyanlar üstün. Son yıllarda bazı İspanyol firmalarının İtalyan firmalarını satın almaları piyasada daha fazla üstünlük sağlamalarına katkıda bulundu.“

“Yani piyasa oldukça hareketli ve zor.“

“Öyle. Dünya zeytinyağı üretimi yaklaşık 2.150 milyon ton, tüketimi 2.050 milyon ton; Türkiye’nin üretimi 160 bin ton, tüketimi 70 bin ton. Türkiye’nin dünyadaki payı ancak % 7’lerde. Pazarda fazla gücümüz yok. Markamız yok. Bu durumda dünya fiyatlarını belirlememiz hayal. Pazarda sağlam bir yer edinebilmek için uzun vadeli, doğru politikalara ihtiyacımız var.“

“Geçen sene fındığa benzetmişlerdi sektörümüzün durumunu; fındıkta olanlar olacak demişlerdi.“

“Ancak fındık farklı… Fındıkta Türkiye dünyanın en büyük üreticisi olduğu halde fiyatlar Hamburg piyasasında belirleniyor.“

“Yani işimiz fındıkta olduğundan daha zor diyorsun.“

“Elbette…Ben, hamasiyeti ve ucuz lafları pek sevmiyorum. Geçen sene yapılan tartışmaları bir hatırla. ’Dökme mi satalım, yoksa ambalajlı mı satalım’ diye şeyler tartışılmıştı.“

“Koca koca prof.lar, köşe yazarları falan ’dökmecilerle, kutucuların mücadelesi’ gibi şeyler yazmışlardı.“

“Maalesef… Neyse bunlar eskide kaldı. Şimdi birlik olup akıllı politikalar üretip, uygulamak zamanı. Ben hiç kimsenin malını yok pahasına satacağını, daha fazla para kazanmak istemeyeceğini düşünmüyorum. Tabii ki yağımızı ambalajlı olarak, daha iyi fiyatlarla satmalıyız. Böylece zeytinci de, ülke de kazanmalı. Bunun için de daha fazla marka yaratmalı; dış pazarda etkili olmalı; yeni pazarlara açılmalıyız. Bu da uzun ve zor bir uğraşı gerektiriyor.“

“Devletin zeytinciyi doğru politikalarla desteklemesi lazım.“

“İş sadece üretmekle de bitmiyor. Ürettiğini değerine satabilmek için pazarlama stratejileri, tanıtım çok önemli. Bizden 2 kat fazla zeytinyağı üretimi olan Yunanistan bile şimdi geldiği yere büyük bir mücadele ile gelmiş.“

“Önümüzdeki sezon da aynı sorunu yaşayabiliriz. Dediğin gibi, akıllı politikalara ihtiyacımız var.“

“Doğru…İspanya Tarım Bakanlığı tarafından yapılan en son duyuruya göre, İspanya Nisan 2007 sonu itibariyle 1.105.400 ton zeytinyağı üretti. Üretim, bir önceki yıla göre % 34 ve önceki dört sezonun ortalamasına göre ise % 8 arttı.“

“Ufff!... Bizim toplam üretimimiz nerdeyse, sadece İspanya’nın var yılı ile yok yılı arasındaki fark kadar.“

“Öyle…Önce önümüzdeki, Tunus’u, sonra Yunanistan’ı, İtalya’yı yakalayıp, geçmeli; daha sonra da İspanya’yı yakalamalıyız.“

“Geçenlerde Tarım Bakanı Mehdi Eker, ’Zeytin ve zeytinyağında önümüzdeki 10 yıl içerisinde,1 milyon hektar zeytin alanı, 160 milyon zeytin ağacı sayısı hedefliyoruz. Ağaç başına verim 25 kg, kişi başına zeytinyağı tüketimi 5 kg, kişi başına sofralık zeytin 6 kg, zeytin üretimi 4 milyon ton, zeytinyağı üretimi 450 bin ton, zeytinyağı yurtiçi tüketimi 250 bin ton, zeytinyağı ihracatını 200 bin ton olarak hedeflenmektedir,’ demişti.“

“Ağzından bal damlamış. Aynı demeçte ’ülkemizde son 10 yıllık ortalamalara göre; sofralık zeytin üretimimiz 363.000 ton, yağlık zeytin üretimimiz 878.000 ton, zeytinyağı üretimimiz ise 120 bin tondur. Yıllara göre değişmekle birlikte dünyadaki yerimize bakarsak, sofralık zeytin üretiminde ikinci, zeytinyağı üretiminde ise beşinciyiz. Ülkemiz tüketimi yıllara göre değişmekle birlikte, sofralık zeytin tüketimi ortalama 135.000 ton, zeytinyağı tüketimi ise 60.000 tondur. Sofralık zeytin ihracatımız 35-70 bin ton arasında değişmekte olup, ihracatı gerçekleştirdiğimiz ülkeler AB ve Ortadoğu ülkeleridir. Zeytinyağı ihracatımız ise ortalama 60 bin ton olup, ihracatımızın yarısından fazlasını (% 60-65) AB`ye gerçekleştirmekteyiz,’ demişti“

“Maşallah ezberden konuşuyorsun.“

“Eeee işimiz bu,.. ekmek parası kolay değil. “

“İyi de bu hedeflere ulaşılabilir mi?“

“Neden olmasın…Zeytinin anavatanı olan Türkiye’de, 5 bölgede, 35 ilde, işlenen tarım alanlarının yaklaşık 658 bin hektarlık kısmı, yaklaşık yüzde 2,5-3’ü zeytinlik, …Ağaç varlığımız TÜİK-UZK rakamlarına göre 95 milyon meyve veren, 12 milyon meyve vermeyen yaşta olmak üzere toplam 107 milyon, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarına göre, yaklaşık 140 milyon zeytin ağacı bulunuyor. Üretilen zeytinin yüzde 80’i yağlık, yüzde 20’si sofralık olarak değerlendiriliyor. Dünyadaki 485 zeytin çeşidinin 123’ü Anadolu’da. Bu çeşitlerin bir kısmı endemik özellikte.“

“En basitinden sorayım. Şu andaki en önemli sorunumuz daha fazla ağacımızın olmaması mı?“

“Değil elbette, ancak daha fazla ağacımız olursa daha fazla üretimimiz olur, zeytincilikte daha fazla söz sahibi bir ülke oluruz. Zeytin dikim alanlarında 400 milyon ağaca, zeytinyağı üretiminde 1 milyon tona ulaşılabilir.“

“Yani İspanya’nın şu anki durumuna…“

“En azından…Bir kere iç tüketim olayını da unutmamak gerekir. Bırakalım açık ara önümüzde olan İspanya’yı, İtalya’yı, Yunanistan’ı; önümüzde arkamızda olan, iktisaden bizden güçsüz olan Tunus, Suriye gibi rakibimiz olan ülkeler kadar bile kişi başına zeytinyağı iç tüketimimiz yok. Düşünsene kişi başına zeytinyağı tüketimi, komşumuz Yunanistan’da 20 kg., İtalya’da 15 kg., İspanya’da 10 kg., Suriye’de 7-8 kg iken bizde ancak 1 kg.“

“Neden?“

“Yoksulluk ve bilgisizlikten,.. alışkanlıklardan… Zeytinyağını üreten bir ülke olmamıza rağmen halkımız yeterince tüketmiyor ve tüketen de zeytinyağının doğru kullanımını yeterince bilmiyor. “

“ Sorun en az üretim kadar, tüketimden de kaynaklanıyor yani.“

“Bir kere, zeytinyağının fiyatı, doğal olarak diğer bitkisel yağlardan daha yüksek. Yani herkes alamıyor. Ikincisi ülkemizin Batı bölgelerinin dışındaki halkımızın zeytinyağı kullanma alışkanlığı; en önemlisi halkın sağlıklı beslenme konusunda yeterli bilinçlenmesi yok.“

“Bir yerde okumuştum. Doğru mudur, değil midir bilmiyorum,..Türkiye’de hiç zeytin yememiş 30 Milyon insan yaşıyormuş.“

“Bilemem.“

“Bu yüzden Zeytin Dostu Derneği’nin Zeytin TIR’ı gibi tanıtım kampanyalarını candan destekliyorum.“

“Ben de…Zeytinyağı tüketimi iki misli artarsa, yani en azından 2 kg. olursa; hem bizim üreticimiz ayağını toprağa daha sağlam basar, hem de daha sağlıklı bir toplum olma konusunda bir nebze de olsa ileri adım atmış oluruz. Düşünsene, Türkiye’de zeytinyağı tüketimi iki misli olsa, yani yaklaşık 120-140 bin ton olsa nerdeyse bütün zeytinyağı üretimimiz iç piyasada tüketilir.“

“ He, valla…“

“ Ya bi de, dünyadaki önemli üretici ülkelerin zeytinyağı tüketimleri ortalaması 12 kg. kadar tüketimimiz olsa yağımız kendimize yetmeyecek.“

“Doğru,..ama bugünkü üretim rakamlarına göre tabi.”

“Bir de olaya ekonominin genelinden bakarsak…”

“Makro ekonomik dengeler mi?”

“Yahu boşver şimdi kitaptan konuşmayı!”

“Tamam, kızma.”

“Bildiğin gibi, Türkiye'de yıllık 750 bin ton likit, 450 bin ton margarin, 150 bin ton diğer kullanım olmak üzere toplam 1 milyon 350 bin ton bitkisel yağ tüketiliyor. Buna karşılık bitkisel yağ üretimimiz toplam 415 bin ton.”

“Yani yağ eksiğimiz var… Bu hesapla 935 bin ton kadar.”

“Evet…Türkiye'nin yıllık bitkisel yağ açığı yaklaşık 1 milyon ton ve her yıl yağlı tohum ve ürünleri için ödenen rakam 1 milyar doların üzerinde.”

“Yazık be! Yani bitkisel yağ üretiminde bile kendi kendimize yeterli değiliz.”

“Olayın döviz kaybı cephesi var.”

“Sağlıksız beslenme olayı var.”

“Var oğlu var.”

“Bunun bir artısının eksisinin olduğu muhakkak.”

“Evet de eksisi…Şimdi kafamızı toparlayıp tabloya bakarsak; yemeklik yağ açığımız var, dışarıdan ithal ediyoruz- hem de sağlıksız ve değersiz yağları,.. ithal edilen bitkisel yağları ucuz diye alıp tüketiyoruz, ama bu hem döviz kaybına neden oluyor, hem de yeterince sağlıklı beslenemiyoruz; diğer yandan iç tüketimden artan güzelim zeytinyağımızı çok düşük olan dünya fiyatlarından ihraç etmeye zorlanıyoruz.”

“Maalesef !”

“Bitkisel yağ alanında bizim önemli avantajımız: Zeytinyağı…Dünyada zeytinyağına talep hızla artarken, üretim aynı düzeyde artmıyor. Ancak biz bu avantajı da değerlendiremiyoruz, bugün beşincilikten altıncılığa gidiyoruz. Suriye bile bizi bu alanda geçmek üzere…”

“Ama ağaç sayımız hızla artıyor. Sertifikalı zeytin fidanı için dekara 250 YTL destek verildikten sonra, 5 yılda sertifikalı zeytin fidanı dikimi 35 kat artarak 735 binden 26 milyon adede yükselmiş.”

“Tamam, zeytin dikimine dönüm başına 250 YTL teşvik verilmesine itirazım yok, ama Türkiye’nin zeytinyağı ihracatında söz sahibi olabilmesi için zeytinyağının daha çok desteklenmesi lazım. Bir kere devlet teşvikleri yetersiz. 2006-2007 ürünü zeytinyağına verilen 11 YKR'lik destekleme primi çok yetersiz. Rakibimiz olan zeytinyağı üreticisi İspanya, İtalya ve Yunanistan'da bu rakamın 1.3 euro olduğu göz önünde bulundurulursa Türk çiftçisinin ne kadar zor şartlarda üretim yaptığı görülür. Diğer bitkisel yağların ithalatından kaynaklanan döviz kaybının, halkın sağlıksız beslenmesinin nasıl yapılacaksa bir hesabının yapılması ve bunun yerine zeytinyağının tüketilmesi için üreticilere devletin destek vermesi lazım. ”

“Haklısın, yani teşviğin kaynağı belli.”

“Türkiye, üretim teknikleri, üretim alanı büyüklüğü, toplamadaki mekanizasyon ve güçlü kooperatiflerle İspanya'yı örnek almalı. Zeytincilik stratejik bir sektör olarak belirlenip, devlet politikası geliştirilmeli ”

“Evet.”

“Ha, bir de kota meselesi var. Türkiye dışında AB’den zeytinyağı kotası almayan ülke kalmadı. Tunus ve Suriye’den sonra Cezayir, Filistin ve Ürdün’e de kota verildi; ama nedense bize kota yok. Bu konuda ısrarcı olmalıyız.”

Bu arada kahveci Osman, çayları tazelemek için gelmişti :

“New York’da restoranlarda trans yağların kullanılması yasaklanmış,“ dedi.

Elinde çay tepsisi ile başımızda bitmişti; konuya balıklama dalmasına kızmıştım.

“Dağıtma konuyu, Osman,.. dağıtma!”

“Yok be abi, konu falan dağıttığım yok, haddime mi, ben naçizane çay dağıtıyorum, tazeliyeyim mi çaylarınızı?”

“…”

“Ya abi, trans yağların kullanılması bizde de yasaklansa fena mı olur ?”

Yeğenim :

” Ve hatta herkesten önce biz yapmalıyız. Bir zeytinyağı ülkesinde zeytinyağlı yemeklerin bile başka yağlarla yapılması doğru mu ? ”dedi.

“Bir defa da AB kriterleri dayatmasından falan daha önce doğru olanı biz yapalım d’imi ? “

”Hadi çok konuştuk, karnımız acıktı. Niyazi’nin lokantasına gidip zeytinyağlı yemeklerinden yiyelim. Hem bu sıcaklarda başkası ağır gelir…Yemekleri ben ısmarlıyorum, misafirimsin. ”

”Yaşa be dayı!.. ”

” Ha bak, zeytinyağlıdan başka yemek yersen parasını kendin ödersin ona göre ! ”

Yunanistan Raporu: Dert Bir,.. Derman Bir




Yunanistan Raporu:
Dert Bir,.. Derman Bir

M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@gmail.com


Bu yılı da tükettik

Sektörümüz açısından 2006 yılı sezonu, karışık; öncesi de bir o kadar tartışmalı başladı.

Neredeyse hasat bitti; artık toplanacak zeytinimiz kalmadı: Yakında sonuçları da öğreneceğiz. Yani takke düşecek, kel görünecek.

Bir çoğumuz daha hala stoklarımızdaki malımızı kaça satacağımızı; kar mı, yoksa zarar mı edeceğimizi bilemiyoruz. Halbuki sezona ne ümitlerle ve ne coşkulu girmiştik… Güya bu yıl var yılı olacaktı!

Sezon başında İzmir Borsa’sının rekolte tahminine göre 170 bin ton olacağı açıklanan zeytinyağı üretiminin, özel sektör kuruluşlarına göre 200 bin tonu geçeceği , 250 bin tona ulaşılacağı ileri sürülmüştü… Arkasından tartışmalar başladı.

Aslında tartışmalar bir çoğumuzu rahatsız etse de, tartışma yerine birlik çağrıları yapsak da bu durumun bir dinamizm içerdiği de ayrı bir gerçek.

Hepimizin artık ezberlediği bazı gerçeklere yeniden bir göz atalım:

Yıllık dünya zeytin üretimi 18 milyon ton, zeytinyağı üretimi ise yaklaşık 3 milyon ton.İlk üç sırayı İspanya ( % 30), İtalya (% 24 ) ve Yunanistan ( % 18 ) alıyor. Bizim dördüncülüğümüzle, beşinciliğimiz bile tartışmalı. Biz eğer 4. isek de 3.Yunanistan açık ara önümüzde; nerdeyse bizden yaklaşık 2.5 kat fazla zeytinyağı üretiyor. Ve tabii ihracatı da ona göre…

Türkiye, dünyanın en büyük beşinci zeytinyağı üreticisi. Toprakları bizim beşte birimiz kadar bile olmayan Akdeniz’deki sınır komşumuz Yunanistan bizden önde.

Bilim ve tıp çevreleri tarafından uzun, kaliteli ömrün iksiri ilan edilen; kalpten kansere kadar pek çok hastalığa karşı koruyucu, iyileştirici etkisi olan; her türlü illete çare olduğu söylenilen bu muhteşem, mucizevi sıvıyı ne yazık ki biz pek kullanmıyoruz. Yunanistan'da kişi başına yıllık tüketim 22 litre iken, bizim ülkemizde ise bu miktar 1 litreyi bile zor buluyor.

Biz ne kadar ihraç edeceğiz; dökme mi, yoksa kutulu mu ihraç edelim, derken, her yıl yapılan yaklaşık 1 milyar dolarlık bitkisel yağ ithalatı da cabası.

Zeytinyağımızın ancak onbeşte birini kendi markalarımızla, göğsümüzü gere gere, ‘Made in Turkey' damgasını basarak dünyaya ihraç edebiliyoruz. Geriye kalan kısmını ise dökme olarak yabancı firmalar elimizden alıp, kendi markaları ve etiketleriyle ambalajlı olarak, yeniden piyasaya sürüyorlar.

Üzerimize sinmiş olan “Biz adam olmayız”, “Böyle gelmiş, böyle gider” kaderci yaklaşımından ve komplo teorileri üretme huyundan vazgeçmez isek işimiz zor…O zaman kaderimize razı olup ağlaşacak mıyız, yoksa savaşacak mıyız? Enginleri fethetme ruhuyla kollarımızı sıvayacak ve dünya sıralamasında İspanya’yı dahi geçecek miyiz? Tercih bizim…

Her şey değişecek, zaman gelecek, kendi markalarımızı kabul ettirip, kendi etiketlerimizle malımızı satacağız, diye ümit ediyoruz.

Ümitlenmek ya da ümitsizliğe kapılmak için komşunun durumuna bakmak bize fikir verebilir.

Sizinle de paylaşmak için tamamını, olduğu gibi çevirerek bu yazının kapsamına aldığım haberi ilk okuduğumda gülümsemeden edemedim. AFP’nin haberinin başlığında Yunanistan zeytinyağı üreticileri, “Bizim zeytinyağımızın İtalyan etiketi ile satılması artık son bulmalı,” diye feryat ediyordu.

Bizim tartışmalarımızın ana odak noktasını oluşturan bir konuyu; “Zeytinyağımızı Avrupalı alıcılara dökme satmak yerine, katma değeri daha yüksek fiyatlarla ambalajlı olarak satalım,” tartışmalarını hatırladığımızda, bizden yaklaşık 2.5 kat daha fazla üretim yapan, pazarda bizden daha güçlü olan Yunan üreticilerinin de dertli olmasını görmek insanı tabii ki şaşırtıyor… Komşunun derdi de aynıymış, diyoruz.

Muhtemeldir ki aynı derdin dermanı da aynıdır…

Yunan mitolojisine göre tanrılar zeytin ağacının altında doğarlarmış. İnanca göre tanrıça Athena, insanlara çok kısa sürede yaşamları için gerekli en önemli doğal ürünlerden biri olan zeytin ağacını armağan etmiş. Zeytin, Yunan kültürünün ayrılmaz bir parçası… İnsanlar, binlerce yıl, onun yağını yakıp ısındılar, aydınlandılar; sağlıkları için merhem gibi vücutlarına sürdüler; yemeklerine kattılar, meyvesini ekmeklerine katık yaptılar; kutsal törenlerinde kullandılar.

O kadar ki Yunanistan’da 3 bin yıl önce zeytin ağacını kesmenin cezası ölümdü.

Zeytinin bu denli önemli olduğu Yunanistan’la ilgili bilgilere şöyle bir göz atarsak;

Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki batı komşumuzun yüzölçümü 131.940 kilometrekare. Bunun beşte biri irili ufaklı adalardan oluşuyor. Yaklaşık nüfus ise 10.5 milyon kişi.

Zeytinyağı Yunanistan’ın en değerli ürünlerinden. Dünya üretiminin yaklaşık % 18’ini üreten bu ülkede 350 binin üzerinde aile hayatını bu işten kazanmaktadır.

Dünyada kişi başına tüketilen yıllık zeytinyağı sıralamasında 22 litre ile Yunanistan ilk sıradadır. İtalyanların ve İspanyolların tükettiklerinin iki misli zeytinyağı tüketmektedirler. Sadece kişi başına 1 litre zeytinyağı tüketilen ülkemizle karşılaştırdığımızda 20 katı fazla tüketim gözlemlenmektedir.

Yunanistan’da zeytin üreticilerinin önemli bir bölümü 3-5 hektardan daha az toprağı olan küçük çiftçilerden oluşur. Zeytinyağı fiyatlarının oluşumunda en yüksek maliyet payı % 50 ile zeytin hasadından kaynaklanmaktadır. Zeytinliklerin ve yağhanelerin önemli bir kısmı yüz seneden fazla bir zamandır faaliyettedirler. Ve üretimlerinin tamamına yakınını düşük fiyatlarla yerli tüccarlara ya da ihracatçılara satmaktadırlar. Yağhanelerin yaklaşık % 80’i modern kontinü makinelere geçmişlerdir. Zeytinlikler de aşılama, sulama, budama, bakım açısından daha verimli bir duruma gelmişlerdir. Bununla birlikte orada da, bizdekinden az olsa da aşılanmamış deliceler, düşük verimli bakımsız yaşlı ağaçlar, çevre sorunu yaratan karasu derdi vardır.

Ülkede yaklaşık 3.000 sıkma, 220 şişeleme tesisi bulunmaktadır.

Yağ üretiminin % 30’u Girit’te, % 26’sı Peloponnesos’ta, % 10’u Lesvos’ta (Midilli), % 10’u İon Adaları’nda, geriye kalan % 24’ü de ülkenin diğer bölgelerinde yapıldığı Yunanistan’da tüketilen yemeklik yağın % 80’i zeytinyağıdır.

Yunanistan’ın yıllık zeytinyağı üretimi, yaklaşık 400 bin tondur. Üretiminin % 70’i Extra Virgin Zeytinyağıdır.

Üretiminin yaklaşık üçte birini ( 135 bin ton ) ihraç etmektedir. Üretimde dünya 3.’sü olmakla birlikte Extra Virgin Zeytinyağı ihracatında en büyük ihracatçı konumundadır. Bu da büyük ölçüde dökme ihraç edilen Yunan zeytinyağının üstün kalitesini, organoleptik değerler açısından mükemmelliğini göstermektedir.

Yunan zeytinyağının % 90’ı Avrupa Birliği ülkelerine satılmaktadır. Bunun da % 80’i dökme, % 10’u Yunan markaları ile ambalajlanmış olarak yapılmaktadır. İhracatın yaklaşık 100 bin tonu İtalya’ya yapılmaktadır.Bu arada Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Japonya, Çin gibi alternatif pazarlara artan oranda bir yöneliş vardır.

Son yıllarda önemli bir değişim varsa da uluslararası pazarda Yunan markalı zeytinyağlarının varlığı hala çok küçüktür.

Yani Yunanistan zeytinyağı üreticileri hala dertli; ama bir çıkış arıyorlar, durumu değiştirmek için tedbirler alıyorlar. Bizler de dertliyiz. Karşılaştırdığımızda bizim çok daha fazla dertli olmamız olağan…Ancak bunu kader gibi kabul etmeden çaba içinde olmalıyız.

Arayışlarımızda belki komşunun deneyimi bizler için örnek olacaktır. İncelemekte, izlemekte fayda var.

Kaynaklar :
- Union of Grek Olive Oil Producers (SEVITEL)
-Olive Oil Production in Greece, Paul Vossen

....
Komşunun Feryadı :


“Bizim zeytinyağımızın İtalyan etiketi ile satılması artık son bulmalı,” diyor Yunanistan( AFP, Atina- 09/08/2006)

Çeviri : M. Hakkı Yazıcı
Yunanistan, yıllık 400 bin ton üretimiyle dünyanın en büyük üçüncü zeytinyağı üreticisi. Tüketicilerin önemli bir kısmı, bu ülkenin kendi ürününü dökme olarak İtalya’ya ihrac ettiğinin; ihrac edilen bu zeytinyağlarının da işlenip, paketlenip İtalyan markaları ile tekrar pazara sürüldüğünün farkında değil.
Yunanistan Maliye Bakanlığı resmi verilerine göre, gerçekleşen yaklaşık 100 bin tonun üzerindeki zeytinyağı ihracatının ancak yüzde altısı Yunan markaları ile yapılabilmektedir.
Fakat Uzakdoğu’dan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen, artış eğilimi gösteren taleplerin verdiği umutla Yunan üreticileri, Yunanistan malları üzerindeki yabancı markaların hegemonyasına daha fazla hoşgörülü olmayacaklarını ifade etmektedirler.

“Stratejimiz, şu anda çok az varlığımızın olduğu, ancak yüksek potansiyeli olan Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Japonya gibi pazarlarda kalıcı bir durum elde etmektir,” diyor Yunanistan Zeytinyağı Üreticileri Birliği (Sevitel) Başkanı Gregory Antoinadis.

“Biz, pazarlama anlamında geç başlayanlardan olabiliriz, fakat bizim uzun vadeli amacımız, yabancı rakiplerimiz gibi icraatta bulunmaktır,” diye ekliyor.

Yunan zeytinyağı sektörünün tanıtıma cari olarak bir yılda yaklaşık 10 milton Euro (12 milyon ABD Doları) para harcadığını söylüyor Antoniadis. (AFP)

Yunan devleti, bu yıl, “2006 Zeytin ve Zeytinyağı Yılı” destekleme tedbirleri kapsamında 5 milyon Euro’dan daha fazla katkıda bulunmuştur.

Programın parçası olarak, Atina Uluslararası Havaalanı’nı kullanan turistlere ücretsiz zeytinyağı şişeleri hediye eden bir oluşum gerçekleştirilmiştir.

Koronel kalp hastalıklarının azalması ve zeytinyağı tüketimi arasındaki ilişkiyi gösteren son çalışmaların da katkısıyla, -uluslararası ödülleri pek çok defa alan- Yunan üreticilerinin geleneksel üretim yöntemlerini geliştirme yollarını arama umudu, onların organik ve gurme marketlerine ulaşmalarına yardımcı olacaktır.

Ancak, doğası gereği -küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşan, zeytinlerin elle toplanıp kooperatiflerde sıkıldığı -Yunan sanayisi oldukça karmaşık bir pazarlama çabasına sahiptir, diyor Yunan Dış Ticaret Kurumu (HEPO) Pazar Uzmanı Christina Sotiropoulou.

“Kendi zeytinyağımızı kendimiz şişeleyip, satmak konusuyla çok ilgiliyiz, fakat Yunanistan küçük bir ekonomi ve yabancı firmalarla onların alanında rekabet edecek birinin finansal güce ihtiyacı var,” diye devam ediyor.

25 Yunan zeytinyağı markası, AB’nin Menşei Koruma ( Protected Designation of Origin-PDO) ve Coğrafi İşaretleme ( Protected Geographical Indication-PGI) kurumlarına kayıtlıdır, bunların 9’u Girit Adası’ndandır.

Fakat kaliteli ürün üretmek yabancı pazarda varolmak için tek başına yeterli değil, diyor Fransa’ya PDO’da tescilli Sitia Markasıyla ihracat yapan işletmeci George Papakirikos.
“Ben on yıl önce, pazarlamaya başladığımda bu yağ, Girit Adası dışına asla çıkamıyordu ve bir parfüm şişesine benzeyen ambalajlarda, Yunanca etiketle satılır durumdaydı,” diyor. “Çok kısa sürede talebin yüksek olmayacağını fark ettim.”

Şimdilerde ürün, İtalyan tarzı şişelerde, Fransız etiketiyle ambalajlanıyor ve satışlar canlı,” diye ekliyor.

Ve aynı son yıllardaki kendi kişisel iş kalkışmasında olduğu gibi, diğer Yunan işletmecilerinin de hızla sektörün pazarlama yöntemlerini öğrendiğini söylüyor, Papakirikos.

“Yunan üreticileri, fuarlarda varlıklarını artan bir şekilde hissettiriyorlar. Tanıtımlarında kendi yağlarının mükemmel bir kaliteye sahip olduğunun insanlar tarafından farkına varılması için çaba harcıyorlar,” diyor.

“Fakat İspanyol ve İtalyanların açtığı arayı kapatmanın güç olacağını, bunun zaman alacağını,” ifade ediyor.

Thursday, February 14, 2008

Müşküle Köyü : Göl Kenarında Bir Zeytin Denizi


















Müşküle Köyü :
Göl Kenarında Bir Zeytin Denizi

Yazı ve fotoğraf: M.Hakkı Yazıcı

Bursa’nın İznik ilçesine bağlı, en eski köylerinden biri olan İznik Gölünün kıyısındaki Müşküle Köyü geçimini zeytincilikten sağlayan köylerimizden…

İpek ticaret yolunun köyden geçmesi buranın çok eski zamanlarda yerleşim birimi olmasını sağlamış. Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan eski köy evlerinin bulunduğu cennetten yemyeşil bir köşe. Köy de güzel, köylüler de yurdumuzun güzel insanlarından.

Geçtiğimiz zeytin sezonu köylüleri memnun eden ürekli bir yıl oldu, ama…

“Ürekli” sözcüğü, Müşküle köyüne özgü söz dağarcığında bereketli anlamına geliyor.

Köylüler, 2006/07 sezonunun “ürekli” bir yıl olmasını umuyorlardı; ama onlar, daha önce başka bir nedenle Türkiye ve dünya gündemine taşındılar.

Müşküleliler, 29 Ekim 2006 tarihinde köyde gerçekleştirilen ihtiyar heyeti seçimlerinde, hizmetlerinden memnun olmadıkları muhtarlarını protesto etmek amacıyla, muhtarın belirlediği beş kişilik ihtiyar heyeti listesine oy vermeyip akli dengesi yerinde olmayan dört kişiyi seçmeleriyle gündeme geldi.

Köylülerin bu demokratik tepkisinden ulusal basın aracılığıyla, bütün Türkiye, hatta dünya haberdar oldu. Arap dünyasının CNN’i olarak nitelenen El Cezire Televizyonu, muhtarlarına kızıp delileri köy azası seçen Müşküle köylülerinin öyküsünü "Bizim diktatörlere ders olsun" diyerek haber yaptı. Televizyonun Ankara Temsilcisi El Şerif, "Bizim Arap dünyasında Bursa’daki o küçük köydeki kadar bile demokrasi yok," dedi.

Müşküle köylülerinin ortaya koydukları bu ince, esprili olmasının yanında demokratik olan muhteşem protesto, başka köylere de, örneğin Çorum’un Osmancık İlçesinin Akören köylülerine örnek oldu...

Aslında, Müşküle Köyünün yakın tarihimizle ilgili ilginç başka bir hikayesi daha var.

Bir rivayete gore, meğer köyün delirmesine Nazım Hikmet sebep olmuş.

1940'lı yıllarda Bursa cezaevinde yatan bir köylünün, Fevzi Kavuk’un Nazım Hikmet'le tanışması, ondan etkilenmesi Müşküle'nin bugünkü siyasal duruşunu belirlemiş…Fevzi Kavuk, köyüne döndüğünde, Nazım Hikmet'le yaptığı sohbetleri, dünyaya bakışını köylülerle paylaşır.

Yine rivayete göre Müşküle, aynı zamanda Nazım Hikmet'in yurtdışına gitmeden önce uğradığı son yerlerden biridir.

Etkilenme tek taraflı olmamıştır kuşkusuz; zira Nazım’ın dediği gibi “Türk köylüsü, topraktan öğrenip kitapsız bilendir.” Kimbilir, “Yaşamaya Dair” şiirindeki

“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.”
dizelerinin ilhamını Nazım Hikmet, Müşkülelilerden almıştır belki de.

Köyün ülkemizin siyasal yaşamındaki yeri konusunda bir doktora tezi dahi var.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, henüz okullaşmanın Anadolu ilçelerine ulaşamadığı 1920’li yıllarda bile Müşküle Köyü'nde bir okul vardı. Okulu Müşküleli Halil İbrahim Ağa yaptırmış. Kendisi, İzmit Sancağı'ndan ilk Meclise milletvekili olarak katılmış, İznik ve çevresindeki kritik olaylar nedeniyle Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından özel bir mektupla yöredeki Milli Mücadele hareketinin örgütlenmesi için görevlendirilmiş.

Müşküle Zeytininin Dumanı Üstünde Olur.

Köylüler, 2006/07 sezonu hasadından gayet memnun.
Yılancılar'dan Müzel Kırkan ablanın hasat için gittiği tarlada, bir kuş yuvasından yumurta toplar gibi özenle zeytin toplarken 12 ayaklı zeytin merdiveninden düşmesi sonucu bacak kemiğinde oluşan çatlak dışında önemli bir terslik yaşanmamış.

Olay sonrası hastaneye kaldırılan Müzel Kırkan abla artık iyileşti…Sezon biteli çok oldu. Üretici, bu yılki üründen memnun; ancak zeytin fiyatlarının diğer yıllara göre düşük olması nedeniyle hayal kırıklığına uğramış durumda.

Köyün ekonomisinin temelini yıllarca iki ürün oluşturmuş: Zeytin ve yine ünlü Müşküle üzümü.

Ancak Müşküle üzümü artık yok denecek kadar az; 400 haneli köyün tek geliri zeytincilik. Hayvancılık bile yok.

İsmail Küçük ve Emin Kaygısız, “Eskiden Köyümüzün tek geçim kaynağı dünyaca ünlü Müşküle üzümleriymiş. Müşküle üzümü, Avrupa ülkelerine ihracatta yurtiçinde ikinci sıradaymış. İhracatın durması ve Kurtuluş Savaşı yıllarında üzümlere yeteri kadar bakım yapılamaması yüzünden gelen hastalık, köy halkını farklı arayışlara itmiş. Toprağın ve iklimin zeytin yetiştirilmesine uygun olması, köylüyü zeytin yetiştiriciliğine yöneltmiş. Bağlar yavaş yavaş sökülerek yerlerine zeytin ağaçları dikilmiş. Bağların içinde bulunan ve Çelebi adı verilen 400-500 yıllık zeytin ağaçları, Gemlik zeytiniyle aşılanmış. Bugün köyümüzün tek geçim kaynağı zeytinciliktir. Köyümüzde birinci kalite sofralık Gemlik zeytini yetiştiriliyor. Köyde birkaç aile küçük baş hayvancılıkla uğraşmaktadır. Bunun dışında, kadınlar iğne oyaları yaparak aile geçimine katkıda bulunmaktadır,” diyorlar.

İsmail Küçük ve Emin Kaygısız, Müşküle köyünden iki genç delikanlı. ADSL bağlantısı bile olmayan köyde koca vilayetleri bile kıskandıracak muhteşem bir web sitesi oluşturmuşlar; farkında olmadan köylerinin tanıtımı adına çok hayırlı bir iş yapıyorlar. Müşküle köyünü daha fazla tanımak isteyenler mutlaka onların http://www.muskulekoyu.com/ adresindeki web sitelerini ziyaret etmeli.

Müşküle köyünde iki cins sofralık zeytin yetişiyor: Gemlik ve Çelebi türü. Ne yazık ki Çelebi türü zeytin veren ağaçlar oldukça azalmış durumda…Eskiden Yalı Boyu dedikleri göl kenarı neredeyse tümüyle Çelebi zeytini ağaçlarıyla doluymuş; ancak 30-40 senedir Gemlik tipine olan talep nedeniyle bu ağaçların büyük kısmı aşılanarak Gemlik tipine çevrilmiş.

“Yalıboyu eskiden komple çelebi idi,” diyor Halil Sargın.

Çelebinin irilerinden sofralık yapılıyor. Çelebi zeytini aynı zamanda yağlık bir zeytin çeşidi; aroması çok güzel.

Raşit Gürol, “Çelebinin yağı aynalı olur, parlak olur,” diyor.

Köyde yağ sıkma tesisi yok, ancak civarda 11-12 zeytinyağı tesisi var.

Köyün yaklaşık 250 bin ağaç varlığı mevcut .

Yalı boyundaki ağaçlar daha eski ve verimli ağaçlar; 400-500 yıllık ağaçlar var. Ağaç verimi 150-200 kg. arasında. Köy yanlarında ise 80 yıllık ağaçlar var, bunların verimi ise yalı boyundakilere oranla oldukça farklı, yaklaşık 30-50 kg. lık ağaç verimi var. Zira köy yanlarındaki ağaçlar hem daha genç ve küçük, hem de sulama farkı nedeniyle daha az verimliler.

Geçen yıl su düzeni için yeni bir yatırım yapılmış. Gölden pompayla 280 m. yüksekteki tepeye kurulan 200 tonluk kapalı depoya 1800 m.’lik hortumla su çekiliyor. Buradan köy yanlarındaki ağaçlar da kolaylıkla sulanabiliyor. Böylece arazinin % 80’I sulanıyor. Henüz damlama sulama yapılmıyor; hortumla dip sulaması yapılıyor.

“Su basılınca bu sene mahsul daha iyi oldu, tane şişti,”diyor köylüler. “Bir de su parası az olsa…”

Yeni ekim alanları yok, ancak gene de geçen sene 1000 adet fidan dikilmiş.

Yörede tüccarın en fazla rağbet ettiği köyler, Umurbey, Keramet ve Müşküle köyleri. En fazla da Müşküle Köyünün zeytinine rağbet varmış.

Köylüler, Gemlik çeşidinin anavatanının Müşküle Köyü olduğunu söylüyorlar.

Halil Saygın:
“Zeytinimiz Gemlik tipi, ama farklı: Dumanı üstünde, resim gibi, ful kıvırcık…Bu zeytin, bu bölgeye has…Biz ona Müşküle zeytini diyoruz. Şimdilerde dağa, taşa Gemlik fidanı dikmek moda oldu. Ege Bölgesinden, Güney, Güneydoğu Anadolu’dan, Karadeniz’e kadar, iklimi zeytine uygun olan her yere Gemlik fidanı dikiliyor. Geçen sene devletin fidan desteğinin de bunda rolü oldu. Ama aynı ürün mü alınacak? Hayır!..İklim ve toprak özellikleri nedeniyle gerçek Gemlik tipi zeytin elde edilemeyecek o ekim alanlarında. Ne yazık ki adına Gemlik zeytini deseler de başka cins bir zeytin olacak,” diyor.

İznik gölünden, kuzeyden gelen sert rüzgarlar zeytinde kabuğun sertleşmesini sağlıyor, değişik bir çeşni veriyor. Müşküle zeytini, sert, sağlam, siyah-koyu kızıl, katkı maddesi olmayan zeytin. Kostik hiç kullanılmıyor.

Müşküle Köyünde var yılı, yok yılı arasında nerdeyse hiç fark yok. Her sene hemen hemen aynı mahsulü alıyorlar.

İznik yöresindeki zeytin ağaçlarının neredeyse tamamını Müşküle'den gidenişçiler buduyorlar.Yöre halkı en iyi budamacıların Müşküleliler olduğunu söylüyor. Diğer köylerin budama işçilerine olan aşırı bir talebi yüzünden Müşküle köyünün ağaçlarının budanması da hep son zamana kalıyor.

Halil Sargın çiftçinin takvimini şöyle sıralıyor :

“Nisan ayının şu günlerinde budama, ağaç bakımı yapıyoruz, ağaçlar tomurcuklandı, Mayısın ortasında çiçek açar, Haziran ortasına kadar çiçek açmaya devam eder, Haziran sonu Temmuz başında çiçekler dökülür, Temmuz ortasında zeytin çekirdek bağlamaya başlar, Ağustosun sonuna doğru da yağ bağlamaya başlar. Ekim sonunda hasat başlar, Ocakta da biter.”

Hasatta makina kullanmıyorlar. Sırıkla bile hasat yapılmıyor. Bir kuş yuvasından yumurta toplar gibi elle, itinayla topluyorlar zeytini.

“Başka türlü de olmaz,” diyor Halil Sargın, “Boşuna mı çıkıyor Müzel abla zeytin merdiveninin tepesine?!..”

Köylülerin derdi çok, ama umutsuz değiller.

Halil Sargın, emeklerinin karşılığını alamadıklarından yakınıyor.

Köylüler, Marmara Birlik üyesi. Marmara Birlik’in kotasını az buluyorlar.

Köylülerden biri, “ 2002’de 3 numara zeytini bir dörtyüze sattım. Bir sekizyüze kadar çıktı. Beş sene sonra, aynı zeytini bir yüzelli YTL’ye ancak sattım,” diye yakınıyor.

Köydeki iş gücü yetmeyince Bursa’nın diğer yörelerinden, Keles’ten, Orhaneli’nden, Yenişehir’den gündelikçi işçiler geliyor.İşçi yevmiyesi yüksek: 35 YTL. Altı Devre ilaçlama yapıyorlar. Zeytin fiyatı düşüyor, ama ilaç fiyatları durmadan yükseliyor.

Menderes Özkan’da yine dertlerini dile getiriyor. “ Zeytinimiz bol oldu diye sevinemiyoruz. Fiyatlar geçen seneye gore düşük. Evvelsi sene, 2005’te 70 YTL.’ye aldığımız kış ilacı, göztaşının torbası bu sene 250 YTL. Parasızlıktan alamadık, atamadık; zeytinimiz allaha emanet…Allah mantardan, kara lekeden korusun,” diyor.

“Atatürk’ten sonra köylüye bakış 180 derece kıvrıldı,” diyorlar.

Bir köylü dayanışması da var diğer illerdeki üreticilerle, zira “Bizim zeytinimizin önemli bir alıcısı da Karadeniz… Fındık üreticisinin elindeki mal para etmezse bizim satışlarımız da düşüyor,” diyorlar.

Müşküle’de zeytin ağaçları tomurcuklandı

2006/07 sezonu geride kaldı. Köyde şimdilerde bakım, budama, ilaçlama işleri yapılıyor. Zeytin ağaçları tomurcuklandı… Yakında çiçeklenecek. Bu yazıyı yazdığımız Mayıs ayı başında gördüğümüz ağaçlardaki tomurcuklar önümüzdeki sezonun da ürekli bir yıl olacağının müjdesini veriyor.

Kaynaklar :

- www.muskulekoyu.com
-“Müşküle Köyünün Retrospektif Analizi"-Doktora Tezi, Dr. Sertaç Serdar, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi
-“Meğer köyü Nazım Hikmet delirtmiş”, Gökçe Aytulu, Referans Gazetesi, 04 Kasım 2006

Tuesday, February 12, 2008

Sezon ortasında zeytinyağı piyasasında tartışmalar, tespitler…


Sezon ortasında zeytinyağı piyasasında tartışmalar, tespitler…

M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@gmail.com


Bu sezona yine geçen sene olduğu gibi tartışmalarla, kavga gürültüyle girdik. Sezona böyle girmek nerdeyse bir gelenek haline geldi.

Yaşadıklarımız çok bilinen Karadeniz fıkrasındaki gibi değildir inşallah. Hani Karadenizli balıkçılar denize açılmışlar, ağlarını salmışlar, ağlara balık takılmasını beklerken birisi bir laf atmış ortaya:
“Ula uşaklar ister misunuz bizim ağlara bir sandık takılmış olsun; çeksek, baksak ki meğer bir hazine sandığıymış.”
Hayali bile güzel… Balıkçıların hepsini bir heyecan sarmış. Ancak tatlı tatlı başlayan muhabbet paylaşım konusuna gelince anlaşmazlık çıkmış. Bu sefer başlamışlar kavga etmeye; kafalar, gözler patlamış; önce karakolluk, sonra mahkemelik olmuşlar.
Hakim Temel’e sormuş:
“Evladım daha hazineyi bulmadan ne bu iş?”
Temel cevap vermiş:
“Mesela deduk da, hakim bey.”

Bu tartışmalar, eğer sorunların tespiti ve çözümü için bir vesile olacaksa faydalıdır da diyebiliriz. Bizi üzmez… Ancak birbirimizi kırmaktan, çelmelemekten öte bir şey olmayacaksa yazık oluyor deriz.

Halbuki sektörümüz geçmiş yıllarda olduğundan çok daha fazla coşkuya sahip; ağaç varlığımız dikilen yeni fidanlarla her geçen yıl artıyor, İspanya’nın ardından ikinci büyük ülke olabilmenin umudunu taşıyoruz; sulamada, ilaçlamada, ağaç bakımında, hasatta giderek daha da bilinçleniyoruz; önemli, olumlu adımlar atıyoruz.

Malum 2004 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen Zeytin Danışma Kurulu’nda 10 yıl içindeki hedefimiz 160 milyon ağaç olarak belirlenmişti. Ancak yalnızca son üç yıl içinde sertifika alan fidan sayısının 40 milyon civarında olduğunu düşünürsek saptanan hedefe 3 yıl içinde ulaşacağımız umulabilir. Ve hatta sevgili Murat Küçükçakır’ın işaret ettiği gibi, bu tempoyla devam edersek 2015 yılında 250 milyon ağacı olan bir Türkiye’de yaşıyor olabiliriz. Dünyadaki en fazla ağaç ağaç varlığına sahip İspanya'nın arkasından dünya ikincisi bir Türkiye'yi düşünmek hayal değil…Tabii ki bütün zeytinler yağa gitmeyecek, ancak ağaç başına ortalama 25 kg ham zeytin ve 5 kg zeytinyağını, toplamda da yaklaşık 1 milyon ton zeytinyağını düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor.

Peki ama sıkıntının kaynağı ne? Enginleri fethetme ruhuyla bütün bunları hayal eder ve yaparken bu kavga gürültü neden?

Sıkıntı, ürettiğimiz ürünü arzuladığımız fiyattan satamamaktan, artan arza karşılık gelecek talebin ortaya çıkmayışından…

Bunda fiyatların yüksekliğinin günahı kadar buna neden olan maliyetlerin yüksekliğinin de günahı var.

Sıkıntıdan kurtulmanın iki yolu var: Üretim artışına ve arza uygun olarak iç tüketimin ve ihracatın artması… Hele hele ağaç varlığımızın hızla arttığını, daha bilinçli üretimle verimliliğin arttığını; dolayısıyla arzın giderek arttığını düşünürsek acilen çözüm üretmemizin gerekli olduğu da aşikardır.

Geçen sezonda 166 bin tonluk iyi bir üretim vardı. Bu sezonda ise 70-80 bin tonluk bir üretim bekleniyor. Kişi başına 1 kg.lık iç tüketimimiz değişmediği sürece var yılında da, yok yılında da iç tüketim sonrası bir arz fazlalığımız olmakta. İşte bu miktarı ihraç etmek zorundayız.

Bu ihracatın katma değeri yüksek; markalı, ambalajlı olması en çok arzuladığımız şey. Ancak şu veya bu şekilde; kutulu, kutusuz, dökme; her ne şekilde olursa olsun ihracat yapmak zorundayız.

Nasıl bir sezona girdik?

Geçen yıl zeytinin "var yılı" idi. 166 bin tonluk zeytinyağı üretimi gerçekleşti. İç tüketimde önemli bir değişiklik olmadı. İhracatta ise geçen sezon “var yılı” olmasına rağmen önemli bir düşüş yaşandı. Hem de zeytin ihracatında artış olduğu; genel ihracat rakamlarının 100 milyar doları aştığı, rekor kırıldığı bir yılda…2005-06 sezonunda 47.570 tonluk zeytinyağı ihracatı yapılmışken 2006-07 sezonunda ancak 42.389 tonluk ihracat yapılabildi. Değer bazında ise 145 milyon ABD doları tutarında ihracat gerçekleşti. Türkiye’nin 2005-06 sezonunda ortalama ihracat fiyatı tonda 4266 ABD doları iken 2006-07 sezonunda bu rakam tonda 3430 ABD dolarına düşmesine rağmen ihracat rakamları geriledi. Hem miktar, hem de değer olarak…Miktar bazında % 11, değer bazında ise % 28’lik bir gerileme gerçekleşti. Bunda dökmecilerin cenneti Tunus ve Suriye’nin çok düşük fiyatlarla piyasaya girmesinin önemli payı oldu. Türkiye’deki bütün sektörlerdeki ihracatçıların isyan konusu olan Türk Lirasının yabancı paralar, ABD Doları ve Euro karşısında aşırı değerlenmesi de buna ilave olunca ihracattaki dramatik düşüş kaçınılmaz hale geldi.

Sonuç olarak iç tüketim ve ihracat sonrasında sezona 60-70 bin tonluk zeytinyağı stok devri ile girdik.

Bu sezonunsa kuraklık nedeniyle yüzümüzü pek güldürmeyeceği başından belliydi. Bu yıl zeytinde "yok yılı"nı yaşıyoruz.

Sezona girerken, geleneksel olarak her yıl rekolte tahmini yaparak açıklayan İzmir Ticaret Borsası öncülüğündeki heyet, 2007-08 sezonu zeytinyağı rekoltesinin yaklaşık 72 bin ton olacağını açıkladı. Bu sene tahmin heyetine katılmayan Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği ise rekolte tahminini yaklaşık 84 bin ton olarak açıkladı. Yani bu sezon, geçen sezonun neredeyse yarısı olan 70-80 bin tonluk bir üretim bekleniyor.

Geçen sezondan devreden zeytinyağı stoğu bu rakama ilave edilirse, toplam zeytinyağı arzının 130-150 bin ton arasında olacağı beklenmekte. Bu arz iç ve dış talebi fazlasıyla karşılayabilecek büyüklükte. İç tüketim rakamımız 60-70 bin tonluk miktarı bu rakamdan çıkaracak olursak geriye yaklaşık 70-80 bin ton ihraç edilebilir bir miktar kalmaktadır.

Dünyada ise IOOC (Uluslararası Zeytin/Zeytinyağı Konseyi) ‘nin ilan ettiği bazı resmi bilgilere göre 2006-07 sezonunda 2.834.500 ton olarak gerçekleşen zeytinyağı üretiminin 2007-08 sezonunda, 4.000 tonluk bir artışla 2.838.500 ton olacağı tahmin edilmektedir. Yani dünyada bir üretim artışı olacağı umut edilmekte… Son verilere göre dünya fiyatlarında bir artış da beklenmemekte…

Bu yıl ne olacak? Dünya piyasalarında fiyatlarda önemli bir değişikliğin beklenmediği bu yıl geçen seneden daha fazla ihracatın yapılabilmesi mümkün mü?

Türkiye’de zeytinyağı fiyatlarının dünya ortalamasının üzerinde olması nedeniyle ihracatta geçen yıl yaşadığımız düşüş bu sene de devam ediyor. Geçen sene Kasımda 9,5 milyon dolarlık zeytinyağı ihracatı, bu yıl Kasımda yüzde 40 azaldı ve 5,9 milyon dolara geriledi.

Dert mi istersiniz? Çok!.. AB’nin zeytin üreticisi irili ufaklı her ülkeye verdiği zeytinyağı kotasının 1 gramını bile Türkiye’den esirgemesi, AB ülkelerine yapılacak ihracattaki gümrük vergileri engeli de işin tuzu biberi… Zeytin ülkesi AB ülkelerinde devletin üreticileri bizimle kıyaslanmayacak ölçüde desteklemesi nedeniyle rekabette aleyhimize bir durumun oluşması da cabası.

Son iki yıllık ihracat performansımız göz önüne alındığında önümüzdeki sezona da stok devri gözükmekte...

Tartışmaların ana başlıkları

Yazılı ve görsel medyadan, Aydın ve Ayvalık Hasat Şenliklerindeki panellerde yapılan konuşmalardan tartışmaların neler olduğunu biliyoruz; ancak bazı ana başlıkları yeniden hatırlayalım.

Geçen sezonun ana tartışma konusu rekolte tahmini üzerineydi, bu sezonun konusu ise Dahilde İşleme Rejimi kapsamında zeytin ve zeytinyağı ithalatına izin verilip verilmemesi…

Tariş ve bazı üreticiler, bazı gazete köşe yazarları, hasat mevsiminin başında bu ithalat tartışmasının başlatılarak iç piyasada fiyatların aşağıya çekilmesinin hedef alındığını iddia ediyorlar. Başını Ege İhracatçı Birliklerinin çektiği ihracatçılar ise arzın yeterli olmasına rağmen Türkiye’deki üretici fiyatlarının yüksekliğinden yakınarak, dünya fiyatlarının üzerindeki bu fiyatlarla ihracat yapamadıklarını, pazarımızı kaybetme riski ile karşı karşıya olduğumuzu ileri sürdüler.

Bakalım bu konularda taraf olan, ya da olmayanlar, fikir beyan edenler neler söylemiş:

Güngör Uras (Milliyet Gazetesi yazarı) : “Zeytinyağında stok var, ama ithalat isteniyor. Bugünlerde Ege Bölgesi'nde zeytinciler işi gücü bırakmış, ülkeye ham zeytinyağı ithal edilsin mi, edilmesin mi konusunu tartışıyor.”

Oğuz Satıcı (Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı):“Zeytinyağı sektörünün ayakta kalmasını istiyorsak, dahilde işleme rejimi kapsamında yapılacak ithalata karşı çıkmamalıyız.”

Cahit Çetin (Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı) :"İthalat talepleri nedeniyle yabancı alıcılar da ucuz yağ var beklentisine girdi. İhracat şu anda durma noktasına geldi. DTM, DİR kapsamında ithalat talebini reddettiğini bir an önce açıklamalı. Yoksa sektör kan kaybeder…Geçen yıl AB'nin oluşan fiyatları suni biçimde aşağıya çekme operasyonuyla karşılaştık. Bu sene de iç kesimin, sanayicinin fiyatlara müdahalesi söz konusu. Sancılı bir dönem yaşıyoruz. Elbette zorluklar yaşanacaktır. Ama kimsenin kuşkusu olmasın bu zorluklar aşılacaktır. Çok sıkıntılı günlerden bu günlere geldik…EİB Başkanı üreticinin stok yaptığını söylüyor. Sonra bakıyorlar bu da tutmuyor, dahilde işleme rejimini kabul ediyorlar. Türkiye İhracatçılar Meclisi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na kuraklıktan dolayı taahhütlerini yerine getiremediğine yönelik yazı yazarak fors major istiyor. Bakın böyle yaparak bu ülkeye zarar veriyoruz…Üreticinin bilincinin artması, gerektiğinde nefsi müdafaa etmesi canını sıkıyor o beyefendilerin. Sektörde mücadele üreticinin üzerine basarak olmamalı. Üreticinin olumsuz piyasa koşullarından etkilenmesini engellemek gerekiyor. İhracatta fiyatlar pahalı deniyorsa, bunun bedelini çiftçi mi ödeyecek. Artık yeter, çiftçi bunu hak etmiyor."

Nedim Atilla (Akşam Gazetesi yazarı):“Bu yıl zeytinyağında ‘birkaç kişi’ tarafından tamamen kişisel çıkarlar için ortaya atılan ‘ithalat’ fikri üreticiyi kızdırmış durumda. Yerel medyada destek bulmaları imkânsız, İstanbul’dan gelen arkadaşları da ikna edemediler gördüğümüz kadarı ile ‘ithalat lobisi’... Aslında bu tartışma anlamsız. Ulusal Zeytin Zeytinyağı Konseyi üyeleri karşı, en önemli üretici kuruluşu olan TARİŞ karşı, Ayvalık Ticaret Odası karşı, Ayvalık Ziraat Odası karşı... Konuştuğumuz herkes diyor ki, ‘Türkiye’nin elindeki yağ hem iç piyasaya hem de ihracata yetecekken ‘kuraklık’ fırsatını kullanıp yağ ithal etmeye’ çalışıyorlar. Üretici de ayakta…Bu konuda Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği Başkanı Cahit Çetin gibi düşünüyoruz: İthalat talebinin ‘’piyasada panik meydana getirmek fiyat üzerinde baskı oluşturmak amaçlı’’ olduğunu düşünüyoruz.”

Türkel Minibaş (Cumhuriyet Gazetesi yazarı):“Kuraklığa ve de "yok" yılı olmasına rağmen bu yıl hasat hiç de kötü değil. Balıkesir'den Muğla'ya kadar konuştuğum Egeli zeytin üreticilerinin hepsi aynı görüşte!..Ne var ki, zeytinyağı ihracatçıları, zeytincilerle pek hemfikir değil. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın 21.9.2007 tarih ve 10199 sayıyla Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi'ne gönderdiği yazıya bakılırsa; "Kuraklık ve yok yılı olması nedeniyle zeytinyağı rekoltesinin 60-70 bin ton arasında olacağı, bu çerçevede ihraç pazarlarımızın varlığını devam ettirebilmesi için Ege Zeytin Zeytinyağı İhracatçılar Birliği Yönetim Kurulu'nca Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında zeytinyağı ithalatına izin verilmesi" talep edilmekte!...”

İbrahim Yetkin (Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı) :“Türkiye’de yeterli üretim var iken ithalatı değerlendirmeyi Türk çiftçisi açısından doğru bulmuyorum. Dünyada tüm ülkeler tarım sektörünü ve sektör üreticisini destekliyor, ulusal ölçekli bir tarım politikasının savunulması dünyadaki uygulamalara ters düşmeyecektir. Türkiye’de üretimden yana olunmalıdır.”

Mustafa Tan (Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı):“Zeytin dünyaya Anadolu’dan yayılmasına rağmen Türkiye’de misafir konumuna düşmüştür. Zeytincilikte önemli sorunlarımız var. Sorunlar, üretimde, ihracatta ve tüketimde yaşanmaktadır. “Üreticimiz prime ihtiyaç var diyor. AB uyum sürecindeyiz. Orada prim sisteme bağlanmış. O halde ‘prim şu kadar olsun, bu kadar olsun’ demenin anlamı yok. Aynı sistem ülkemizde de uygulanabilir. Hedefimiz, önümüzdeki yıllarda Türkiye zeytinciliğini ayağa kaldırmaktır...”

Salih Madra (Ayvalık Zeytin Üreticileri Derneği Başkanı) :"Geçen yıl yok yılıydı; bu yıl kuraklık yüzünden yok yılından da eksik mahsul alıyoruz. Kuraklık gelecek yılın filizlerini de mahzun bıraktı... Geçen yıl sızma yağımızı 6.5 YTL’ den satarken bu yıl 5.2 YTL’ ye satabiliyoruz. Geçen yıl 4.5 YTL’ den sattığımız ham yağı bu sene 3.5 YTL’ ye satıyoruz. Girdilerimizin hepsi arttı ve artmaya devam ediyor. Verilen kilo başına 11 kuruşluk destekleme primi çok yetersiz ve komik. Şimdi bir de ithalat gündemde. Türkiye’ye ne amaçla olursa olsun bir kilo yağ ithal edilmesine karşı çıkarız. Geçen yıl dökme yağ ihracatına yasak uygulandı Tariş ve bazı sanayiciler üreticinin sırtından para kazandı. Bu sene ithalat ile ihracatçılar üreticinin sırtından para kazanmak istiyor. Üreticiler olarak daha fazla dayanacak gücümüz kalmadı. Pilimiz bitti.”

Refi Taviloğlu (Marmarabirlik Başkanı) : “Üründe arz fazlası oluştu. Çok fazla ürün ve arz fazlası oluşmaktadır. İleriki dönemlerde çok fazla ürün rekoltesiyle karşılaşacağımız için, sektörü ileride sıkıntılı günler beklemektedir.”

Rahmi Gencer (Ayvalık Ticaret Odası Başkanı): "Son beş yıldır uygulanan zeytin ağacı dikme seferberliği sonucunda önümüzdeki 6-7 yıl zarfında rekolte iki kat artacak. Bunu kime pazarlayacağız? Yol haritası çizmek zorundayız…4-5 yıl sonra 300 bin tonluk bir rekolte geliyor. O günlere hazırlanacak politikaları konuşmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor. Zeytinin tarihte anavatanıyız diye övünmek işin en kolayı, asıl bugünden yarına ne değer bıraktığınız önemli. Zeytin çiftçisi yüksek maliyete rağmen ağacını sökmüyorsa, desteği hak ediyor.”

Ergin Savcı (Kırlangıç): "Pazar payını kaybetmemek süreklilik gerektirir. Ancak ambalajlı ürünleri dışarıda bırakırsak, ihracatımız geriliyor. Önlem alınmazsa bazı ihracatçılar da batma noktasına gelebilir... Ham yağ ithali çözüm yöntemlerinden biri; ancak, asıl sektörü rahatlatacak olan üreticilere verilen kilo başı 11 kuruşluk primin arttırılması.”

Selim Kantarcı (Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi):
"Prim, her yıl müzakere edilen konu olmaktan çıkarılmalı. AB'de olduğu gibi 'devlet politikası' olmalı."

Keskin Keskinoğlu (Keskinoğlu) :“Türk zeytinyağının fiyatı zaten yüksek. Fiyatlar, dünya piyasasına göre yüzde 10-12 yüksek. Dolayısıyla zam gelmesini beklemiyoruz. Daha da artması mümkün değil. Zeytinyağının raf ömrü iki yıl. Ve sektörde ciddi stok var. Tam bilinemiyor fakat 50 bin ton civarı stok olduğu tahmin ediliyor. Zaten Türk yağı pahalı. Kâr marjları yüzde 15'lerden aşağıya inmek zorunda. Türkiye'nin zeytinyağı ihracatı 35 bin ton. Aslında bu, 70 bin ton olmalı. Avrupa'daki üreticilerin satış fiyatı litrede 3.9 YTL bizde ise 5.1 YTL Türkiye ile aynı mal hiçbir kalite eksiği yok. Bu fiyatlarla Türk zeytinyağı ABD'de girdiği market raflarından çıkıyor. Bu Wal-Mart'ta yaşanıyor mesela. İtalyan yağının litresinin 4 dolara satıldığı marketlerde Türk zeytinyağını 4.5-6 dolardan nasıl satarsınız?"

Ümit Boyner (TÜSİAD Tanıtım Kurulu Başkanı) : “Türklere Türk zeytinyağını sevdiremeyen sektör, dünyada nasıl varlık gösterecek?”

Mustafa Sever ( Dış Ticaret Müsteşarlığı Tarım Dairesi Başkanı, Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Grubu Başkanı) :“Türkiye’nin zeytin ve zeytinyağı ihracatında 1 milyar dolara ulaşması için, üretici, sanayici, ihracatçı, devlet; yani sektörle ilgili herkesin kavga yerine işbirliği içinde olması gerekir.”

Üreticilerle ihracatçıların kavgası kısa vadede sektörde arzulanan işbirliğinin oluşmasını engelleyecek mi, yoksa yeni bir açılım mı sağlayacak? Bunu zaman gösterecek.

Dostlar alışverişte mi görsün?

Yukarıda ayrıntılı rakamlarla belirttiğimiz gibi ülkemizde “var yılı”nda da, “yok yılı”nda da tüketim, üretimin gerisinde kalıyor.

Yani her sezon, ürettiğimiz zeytinyağını ne iç piyasada, ne de ihracat yaparak dış piyasada tüketip bir sonraki sezona stoksuz giremiyoruz. Hem içeride, hem de dışarıda etkin bir tanıtım yaparak Türkiye’nin ihracatını arttırmamız gerekiyor.

Yine bildik bir fıkrayla konuya devam edelim.
Nasrettin Hoca bir ara yumurta ticaretine başlamış. Dördünü beş akçeye alıp beşini beş akçeden satıyormuş. Çevresindeki dostları: "Bu nasıl ticaret Hoca? Yumurtanın dördünü beş akçeye alıp, beşini beş akçeye satıyorsun; bu ne biçim ticaret!" diye çıkışmışlar. Hoca gülerek: ”Dostlar bizi alışverişte görsün,"demiş

Bu mudur? İhracatçılara yapın denilen böyle bir ticaret midir?

Yolda giderken bazı dükkanların vitrininde “iş değişikliği nedeniyle zararına satış” ibaresi yazılmış ilanlar görürüz. Dükkanın sahibi adına üzülürüz.

Kimse ne üreticinin, ne de ihracatçının zarar etmesini istemez. Kimse kimseye malını zararına ver diyemez. Ancak bir malın fiyatı dünya piyasalarında daha düşük iken ülkede stoklar müsait olsa bile yüksek fiyatlardan temin edilip ihraç edilemeyeceği de açık. Bu durumda ne olacak? Bir televizyon programında Ege Zeytin-Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Başkanı Ali Nedim Güreli, sorulan soru üzerine “Eve giderim,”demişti. “Nasıl yani?” diye, üstelenip sorulduğunda “İhracat yapamayacak duruma düştüğümde, zararına mal satacağıma evime gider,.. çekilirim,” demişti.

İhracat yapmaya mecburuz demiştik. Yeni pazarlara ulaşmalıyız ve ayrıca bin bir zorlukla elde edilen pazarları diğer ülkelere kaptırmamalıyız. Domates, patlıcan ekip, satmıyoruz; bu sene bu ürün para etmedi, gelecek yıl başka bir ürün ekelim diyebilecek durumda değiliz. Malum zeytin işi meşakkatli bir iş… Yüz yıllık, bin yıllık; atamızdan, babamızdan kalan ağaçlarımızın ürününün ticaretini yapıyoruz. İhracat pazarlarımız da kolay elde edilmiyor; ihracatçı da zeytin ağacı gibi kolay yetişmiyor.

Ayrıca ağaç varlığında İtalya'yı, İspanya'yı yakalamayı hayal ediyor da ticarette bu seviyeye gelmeyi neden hayal etmiyoruz? Neden biz İtalya'nın, İspanya'nın becerdiğini yapamayalım? Neden sanayiciler, ihracatçılar, 40-50.bin ton zeytinyağı ihracatına mahkum olsunlar?

Elbette ki birinci önceliğimiz üstün kaliteli kendi güzelim yağlarımızın dünya pazarlarına sunulması; ama geçici, zor dönemlerde bu yapılamadığında sektörün pazarlama gücünün devamlılığı için başka çözümlere de başvurulabilir. Bu yüzden Dahilde İşleme Rejimi kapsamında yapılacak işlemlerden korkulmamalı. Tabii inşallah ihtiyaç duyulmaz diyelim. Yolcusu, kaptanı, süvarisi, çımacısı, miçosu, tayfası (Malum Ege köylerinde zeytin toplayan gündelikçi işçilere de tayfa denir) hepimiz aynı gemideyiz, aynı yolun yolcusuyuz. Birbirimizi kollayalım, en azından anlayalım. Sektörün bütün bileşenleri; zeytin üreticisi, sanayicisi, tüccarı, ihracatçısı güçlü olduğunda ancak hayal ettiğimiz seviyeyi yakalayabiliriz.

Galiba doğru mesaj Ali Ekber Yıldırım’ın Dünya Gazetesi’ndeki yazısının başlığının içinde gizli: “Türkiye’nin zeytinyağı ithalatına ihtiyacı yok, elindeki yağı tanıtım ve pazarlama desteği ile ihraç edecek ortamın sağlanması gerekir.”

Bu konuda ümit veren yeni adımlar yok değil. Yeni zeytin fidanlarının dikimi ve üreticinin özendirilmesiyle üretimde artışının yaşanmasının yanı sıra sektör, büyük bir gelişim içine girdi. Coğrafi İşaretleme konusunda atılan adımlar, tadım panelistleri yetiştirme çabaları, Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Grubu’nun, UZZK’nın, Zeytindostu Derneği’nin kurulması ve çalışmaları, İstanbul’da geçen sene düzenlenen sektörün ilk müstakil uluslararası fuarı, Zeytindostu Derneği’nin iç tüketimi arttırma hedefli Zeytindostu Kervanı projesi gibi yeni gelişmeler var…

Geçen sene Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı’nın büyük desteği ile “Zeytin Zeytinyağı Tanıtım Grubu” kuruldu.

Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracat Genel Müdürlüğü Tarım Daire Başkanı ve Zeytin-Zeytinyağı Tanıtım Grubu Başkanı Mustafa Sever, 3. Ayvalık Şenliği’nde müjdeyi verdi: "2008 başında tanıtıma başlıyoruz"
Ancak zeytinyağı tanıtımı için Yunanistan’ın bu işe ayırdığı bütçe 15 milyon Euro, Dış Ticaret Müsteşarlığı bünyesinde oluşturulan Tanıtım Grubu’nun bütçesi ise taş çatlasa 500 bin dolar.

Dış Ticaret Müsteşarlığı Tarım Dairesi Başkanı, Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Grubu Başkanı Mustafa Sever, zeytinyağında 2 kilogramdan 5 kilograma kadar olan ambalajlı ihracata ton başına 175 dolar, 1 ile 2 kilogram arasındaki ambalajlı ürün ihracatına ton başına 250 dolar ve 1 kilograma kadar olan ambalajlı zeytinyağı ihracatına da ton başına 400 dolar destek verdiklerini hatırlatarak, “Made in Turkey” ibaresi ile ihraç edilen ambalajlı ve markalı zeytinyağı ihracatına verdikleri desteği artırarak sürdüreceklerini söylüyor.

Ama yeterli mi? Değil!.. Markalı ve katma değeri yüksek ürün ihracatı daha fazla teşvik edilmeli.
Bir önemli, henüz sonuçlanmayan konu ise Zeytindostu Derneği’nin “Zeytinyağına kiloda 1 YTL, zeytine 20 kuruş prim” verilmesi kampanyası… Zeytindostu Derneği Başkanı Metin Ölken, Aydın Hasat Şenliği panelinde bu talep karşılanıncaya kadar başka hiçbir şey söylemeyeceğini ifade etmişti. Haklıdır ve bu talep bir an önce karşılanmalı.

Belki;-Ağaç varlığımızın artış hızı kadar ağaç verimimiz de artsaydı,-Hasat maliyetimiz, üretim maliyetlerimiz bu kadar yüksek olmasaydı,-İç tüketimimiz en azından kişi başına yıllık 2 kg. olabilseydi bütün bunları konuşmuyor olurduk.
Temennimiz, iç tüketimin kampanyalarla arttırılması; ihracatın daha fazla teşvik edilerek arttırılması; daha fazla üretimle de olsa bir sonraki sezonlara stok devretmeyen güçlü bir sektörün yaratılması.